Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Rejimi tıkamayın

Bazıları Sıcak Sever ve Sokak Kızı İrma gibi unutulmaz filmlerin yönetmeni Billy Wilder’ın çok sevdiğim bir sözü var. Sözü çok sevmem, hemen her durum için geçerli olabilecek önermeler içeriyor olmasından ileri geliyor.

Şöyle diyor Wilder: “Film yaparken on emre itaat ederim, ilk dokuzu seyirciyi sıkmayacaksın.
Onuncusu ise, filmin son kurgusunu başka kimseye bırakmayacaksın!”

Seçimlerden sonra 50 gündür izlediğimiz “liderler tiyatrosu” üzerine birşeyler yazmaya karar verince bu eğlenceli deyişi hatırladım.

Hatırlamakla da kalmadım, bu “siyaset oyunundan” neden milletçe sıkıldığımızı da daha iyi anladım.

Çünkü ilk dokuz kurala hiç ama hiç uymamışlardı: Seyirciyi, yani onları seçip Meclise gönderen bizleri alabildiğine sıkmışlardı.

Bu gidişle son kurala da uymayacaklardı: Çünkü sonunda Cumhurbaşkanı’nı Meclis’i feshe ve ülkeyi yeni bir seçime götürmeye mecbur edeceklerdi. Filmin son kurgusunu başkalarına bırakacaklardı.

Erken seçim hataydı
Seçimlerin hemen ertesinde yazdığım bir yazıda Yılmaz’ı ve Çilleri “birbirleriyle anlaşmaya çalışmak yerine, birbirlerine kazık atmaya çalıştıkları” için suçlamıştım.

Haber Müdürümüz Reha Mağden’in babası, eski Ordu Milletvekili Hamdi Mağden bu yazım üzerine bana bir haber yollamıştı.

“Yılmaz’a haksızlık ediyorsun. Adam herşeyi kabul ederse hiç siyaset yapmamış olur” demişti.

O zaman görüşlerimi yumuşatmış ve siyasetçinin siyaset yapmasının, işin kendi doğasından kaynaklandığını düşünmüştüm.

Ama aradan geçen 50 güne rağmen bir arpa boyu bile yol alınamamış olması galiba eleştirilerimde beni haklı kılıyor.

Aylar önce erken seçim kararı alındığında, bunun hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini, aksine yeni sorunlara yol açacağını açıkça yazıp, söyleyen bir tek biz vardık.

Galiba o yazdıklarımızda da artık haklı çıkıyoruz.

Bugün geldiğimiz nokta artık bir-iki siyasetçinin karşılıklı oyunu olmaktan daha öteye gidiyor.

Milletin iradesini yansıtan seçimlerin sonucunda, hala bir hükümetin kurulamamış olması ve yakın bir zamanda da kurulamayacağının açıkça görülmesi, sorunun giderek rejimi tıkamasına yol açıyor.

Seçimlerin ortaya çıkardığı zor tabloyu aşmayı beceremeyen siyaset adamlarının, rejimin geleceğine nasıl sahip çıkabileceklerine dair kuşkular uyanıyor.

Ne yapacağını bilen hükümet
Ara rejim ve dikta heveslilerinin en çok sevdikleri bir ortamda yaşıyoruz. Birikmiş onlarca, yüzlerce sorun var.

Güneydoğu’daki terör, giderek geniş halk kitlelerinin yaşamlarından bezmelerine, rejime olan inançlarını yitirmelerine yol açıyor.

Hakkari’de çöplükler arasında soğuktan morarmış elleriyle yiyecek bir şeyler arayan çocukların görüntülerini unutmak mümkün mü?

Son günlerde Sivas’ta ortaya çıkan ve bilinçli-bilinçsiz girişimlerle tahrik edilmeye çalışılan alevi-sünni sorunu, patlamaya hazır bir bomba gibi ortada duruyor.

Zaten bildiğiniz bir çok ekonomik, demokratik ve uluslararası sorunları burada bir kez daha saymama gerek yok.

Bütün bu sorunların aşılması, en azından aşılması yolunda girişimlerin başlaması bir tek şeyi bekliyor: Ne yapacağını bilen bir hükümet!

İddialaşmanın galibi olmayacak
Ama öyle görünüyor ki bırakın ne yapacağını bilen bir hükümetin kurulmasını, birbiriyle uyumlu çalışabilecek, bir hükümetin bile kurulması ihtimali ufukta görülmüyor.

12 Eylül 1980 öncesinin siyasi olaylarını şöyle bir hatırlıyorum.

Cumhurbaşkanı seçmek için kendi arasında anlaşamayan bir Meclis, günlük politik hesaplarla diken üstünde duran bir azınlık hükümeti, her geçen gün tırmanan terör…

Bütün bunların bir hükümet darbesine nasıl gerekçe olduğunu ben unutmadım, ama demek ki siyasetçilerimizin hafızaları pek zayıf.

Beni dinlemeyeceklerini biliyorum, ama yine de söylemeden edemiyorum:

İnatlaşmayı bırakın ve birbirinizle anlaşmanın bir yolunu bulun. Bu iddialaşmanın bir galibi olacağını hiç sanmıyorum.