Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Seçim sistemi Refah'a çare mi?

Son yerel seçimlerden bu yana Türk siyasetinin gündemine bir de “seçim sistemi” sorunu girdi.

Gerçi, biz Türkler her siyasi iktida­rın, her seçimden önce seçim kanunu ile oynamasına alışkındık, ama bu kez karşı karşıya bulunduğumuz şey bun­dan biraz farklı.

Türkiye’de ilk kez, açıkça olmasa da, belirli bir siyasi partinin parlamen­to içinde daha büyük bir güç elde et­mesi olasılığına karşı bir girişim var.

Belki de bu yüzden olsa gerek, ye­ni bir seçim yasası için uğraşılması ilk kez geniş bir kesim tarafından tasvip görüyor.

Mimarlığını Turgut Özal’ın yaptığı ve bir partiye yüzde 30 oyla bile ikti­dar olma imkanını verecek eski seçim yasasının zaten pek de demokratik bir sistem getirmediğini artık herkes ka­bul ediyor.

Bu nedenle seçim yasasının de­ğişmesinin “ahlaki” temelleri de yok değil.

Ancak büyük çoğunluğun fikri, bir, yandan kendi partisinin toplum için­deki yerine göre daha avantajlı temsi­line imkan verecek bir sistem ile Refah’ı iktidardan uzak tutacak bir siste­mi evlendirebilmek.

Yerel seçimlerin hemen ertesi günlerde gazetelerde yazılıp-çizilenleri, televizyonlarda konuşulanları hatırlamaya çalışın.

Refah şokunun herkesi sarstığı o günlerdeki tartışmaları düşünün.

Tüm toplum, Refah Partisi’nin yüz­de 20’yi bile bulmayan bir oy oranıyla büyük kentleri ele geçirmesini dehşet­le izlemişti.

O tarihlerde seçim sonuçlarına ba­kan herkesin dilinde tek bir şey vardı:

“İki turlu çoğunluk sistemi olsaydı, Refah, bu belediyelerin hiçbirini ka­zanamazdı.”

Gerçekten de Türkiye’de o se­çimlerde “balotaj oyu” denilen ikinci turda en çok oy alanın seçildiği bir sistem olmuş olsaydı, bu­gün büyük şehir belediyelerinin hiçbi­rinde Refah olmayacaktı.

İşte bu yargı yüzünden Türkiye’de Refah’a geçit vermeyecek bir seçim sistemi arayışları o tarihten beri sürek­li olarak dile getiriliyor.

Ancak çoğunluk esasına dayanan sistemlerle yapılan seçimler de her za­man istenilen durumların yaratılması­na olanak sağlamıyor. Bazı durumlar­da kamuoyunda daha az yeri olan parti, mecliste daha büyük yer kaza­nabiliyor.

1951’deki İngiliz seçimlerinde İşçi Partisinden yüzde 1 daha az oy olan Muhafazakarlar tam 26 sandalye fazla kazanabildiler.

Ya da 1954’te Türkiye’de olduğu gibi çoğunluk partisi, mecliste haketmediği bir çoğunluğa ulaşmayı başa­rabildi. Oyların yüzde 58’ini alan DP sandalyelerin yüzde 93’ünü kazandı.

Türkiye, o tarihte seçim sisteminin sebep olduğu bu çarpıklığın faturasını çok ağır ödedi.

Bu nedenle çoğunluk sistemi içinde Refah’ı boğma hayallerinin gerçekleşmemiş olmasını çok önemli buluyorum.

Sağlıklı bir demokraside her parti­nin, toplumdaki gücü oranında Meclis’te yer alması gerektiğine inananlar­danım.

Eğer Refah, toplumun diyelim ki yüzde 20’lik bölümünü temsil eden bir programı savunuyorsa, meclisteki gü­cü de buna orantılı olmalıdır.

Bu gücün meclise daha az ya da daha çok yansıması sonucunu doğu­racak her türlü girişim, taşıdığı sunilik nedeniyle geçersiz kalmaya mah­kumdur.

Bütün suni düzenlemeler gibi, bugün bazılarına başarı gibi gö­rünecek bu durum da ciddi top­lumsal sorunlara yol açar.

Bu nedenle yeni seçim yasasında nispi temsil sisteminin benimsenmiş olması olumlu birşeydir.

Bu sistemin fikri köklerini Aristo’ya kadar dayandırmak mümkün.

Meclisin, toplumsal bütünün tüm fiziksel, ideolojik ve iktisadi nüansları­nı ifade eden, temsil edilenler bütünü­nün mükemmel bir indirgemesi olan bir mikro kozmoz olması gerektiği fik­ri, Aristo’dan beri tüm liberal düşünür­lerin benimsediği bir görüş.

Bu görüşün bir seçim sistemine dönüşmesini ise Belçikalı bir medeni hukuk profesörünün aynı zamanda matematikten de çok hoşlanmasına borçluyuz.

Victor d’Hondt’un 1899’de Belçi­ka’da kabul edilen bir seçim yasasına zemin hazırlayan formülü, bugün Türk seçim sisteminin içinde yeniden yerini almak üzere.

İl ve ülke düzeyinde uygulanacak barajlarla da takviye edilen d’Hondt sisteminin orta boy partilere avantaj sağlayacağı, buna karşılık marjinal partileri meclisten uzak tutacağı dü­şünülüyor.

Ve kanımca esas büyük yanlışlık da işte tam burada yapılıyor. Bu düşünce Refah’ı “marjinal” ve “küçük” bir parti olarak gören bir anlayışın ürünü.

Oysa Türkiye’nin gerçeği bundan farklı.

Anadolu’da şöyle bir dolaşanlar, Türkiye’nin büyük bir bölümünde Refah’ın “küçük” değil, tam tersine artık “büyük ya da orta boy” parti olduğunu görüyorlar.

Milli Nizam Partisi’nden Milli Sela­met Partisi’ne ondan da Refah’a uza­nan çizgi, tarihinde ilk kez bu kadar güçlü oldu. Anadolu’nun her kentin­den en az bir milletvekili çıkarabilecek güce erişti.

Yarın kamuoyu yoklamaları başla­dığında daha da iyi göreceğimiz bu gerçekle birlikte yaşamaya alışmak zorundayız.

Seçim sistemleri ile oynayarak suni çözümler yaratmak inanın Türkiye’ye yarar değil, zarar getirir.

Ve daha da tehlikelisi Refah’a se­çim sistemiyle tuzak kurmaya kalkan­lar, aynı tuzağa kendileri düşebilirler.

Aman dikkat!