Pardon… Pardon… Şimdi anladım!
YAPI Kredi Bankası reklamlarının iki yıldızı bir başka bankanın reklamlarına transfer oldu. Yeni reklam bir süredir televizyonlarda yayınlanıyor. Sanırım siz de izlemişsinizdir.
Yapı-Kredi’nin ve reklamcısı Ali Taran’ın yaşadıklarının tıpa tıp benzeri iki yıl önce benim de başımdan geçmişti.
O tarihlerde Spor gazetesinin çıkış hazırlıklarını yürütüyordum.
Türkiye’deki yaratıcı reklamcılığın en önemli isimlerinden birisi oyduğunu düşündüğüm Ersin Salman, ona anlattığım gazete projesinden sonra gerçekten muhteşem bir kampanya hazırladı.
İyi bir reklamın ürünün kişiliğine katkısı olacağı inancını taşıyorum. Salman’ın reklamları bu açıdan hedefi tam göbeğinden vurmuştu.
Yaratılan “delikanlı taraftar” tiplemesiyle gazetenin konsepti birbirini tamamlamış, ortaya başarılı bir ürün çıkmıştı.
Delikanlı taraftar
Bir gün bir de baktık ki, bizim reklam filmlerindeki bütün tipler Foto Maç Gazetesi’nin reklam ajansı tarafından transfer edilmiş. Bizim filmlerin neredeyse birebir kopyaları bu gazete için çekilmiş ve atv’de yayınlanmaya başlamış.
Geçirdiğimiz şaşkınlığı ve meslek adına duyduğumuz utancı anlatmam gerçekten zor. Ama Spor, bütün bu oyunlara rağmen rakiplerinin toplamından da fazla satmayı sürdürdü.
Bay Pardon ile sevgilisinin Yapı Kredi reklam filmlerinden bir başka bankaya transfer olduğunu duyunca kendi yaşadıklarımı hatırladım.
Reklamın başarısı
Sonra düşündüm. Kentbank reklamları operasyonunun görünmeye bir başarısı olduğunu keşfettim. Kampanya bütünüyle Türkiye’nin son 10 yılına damgasını vuran değerleri üzerinde taşıyordu.
Türkiye’de son yıllarda işlerin nasıl döndüğünü gösteren bir aynaydı Kentbank reklam kampanyası.
Bu ayna sayesinde bakın neleri yeniden gördük:
Uyanıklık ve açıkgözlük sayesinde herkesi atlatıp, bir anda köşe olabilirsiniz. Bu uğurda gerektiğinde başkası tarafından yaratılan değerlere rahatlıkla el koyabilirsiniz.
Ortalık yerde cereyan eden bu “gasp” karşısında, kamu oyundan yükselecek tek ses buna tepki göstermek yerine, “helal olsun adamlara” olacaktır.
Bu ülkede herşeyin satılık olduğunu, parasını bastırdığınızda istediğinizi yapabildiğinizi de göreceksiniz.
Başarıya ulaşmak için çalışmaktansa “hazırlopçuluğun” ve kolaycılığın daha geçerli olduğunu da anlayacaksınız. Şok açıklamalarla medyanın gündemine girebileceğinizi, bir kez bunu başardıktan sonra da yaptığınız işin kalitesi ne olursa olsun bunu kimsenin ilgilendirmediğini de farkedeceksiniz.
Ama en acı tarafı, 350 milyar lira harcanan bir kampanyada, bu kadar paraya rağmen yeni birşeyler yaratılabileceğine inanılmadığını, hatta yaratıcılıktan öcü gibi korktuğunu da göreceksiniz.
Bütün bu olumsuzluklarının yanında Kentbank kampanyası sayesinde çok önemli bir şeyi daha görme imkanımız oldu.
Bir küçük fahişe
Aslında ürünün, reklamdaki gerçekçiliğin, konseptin, duygunun, yani sonuç olarak yaratıcılığın herşey demek olduğunu ve bu değerler karşısında uyanıkların elindeki 350 milyar liranın hiçbir değerinin olmadığını gördük
Reklam yıldızları transfer edilmişti, ama “fikir sahibi” başkası olduğu için yapılan kötü bir kopyadan ibaretti.
Bizi büyüleyen, Türk toplumunun ortak bilinçaltına seslenip kendisini sevdiren kahramanların yaşadığı tatlı romanstı. Anası ve babasıyla aynı evde oturan, biraz da utangaç ve temizli yüzlü güzel kızın, karşısındakini sevdiğini hissettiren ama onu asla taciz etmeyen sessiz delikanlının yerinde yeller esiyordu.
Onlar gitmiş yerlerine başka dünyalardan birileri gelmişti. Kız, kelimenin tam anlamıyla “küçük fahişe” olmuştu. İşinde yükselme hırsıyla insanların elinden çekleri kapan, yarı aralık dudaklarıyla her şeyi yapmaya hazır fettan bir kadın!
Demek ki, paranın gücü 1995 Türkiye’sinde bile her şeyi yapmaya o kadar yetmiyormuş.