Rahşan Hanım’ın Sabah’ta yayımlanan bir fotoğraftan duygulanıp başlattığı af tartışması öyle görünüyor ki daha çok tartışılacak. Rahşan Hanım’ın duygulandığı fotoğrafın sadece Ecevitler gibi duygu dolu insanları değil, yüreği taş kaplı insanları bile etkilememesi mümkün değil.
2 yaşındaki bir çocuğun annesinin işlediği bir suç yüzünden hapishanede büyümek zorunda kalması (annesi 27 yıla mahkûm), benzer durumda daha yüzlerce çocuğun olduğunun bilinmesi aslında toplum olarak utanmamızı ve geceleri yatağımıza yattığımızda asla rahat uyumamamızı gerektiriyor.
Sorunun yalnızca cezaevleri sistemimizden değil, toplumsal örgütlenmedeki eksikliklerimizden de kaynaklandığı bir gerçek.
Bu durumdaki çocukları şefkatli bir çatı altında toplamak gibi her toplumun yapması gereken birinci vazifenin ihmal edilmiş olması üzerinde ciddi olarak durmalıyız.
Bu durumdaki çocukların sağlıklı bir ruh yapısına sahip olabilmeleri, doğru dürüst bir eğitim alıp ilerideki hayatlarını kurtarabilmeleri yalnızca konuyla ilgili resmi görevlilerin değil, bir toplum olarak tümümüzün ortak sorunu olmalı.
Benim Rahşan Hanım’dan ayrıldığım konu bu sorunun çözümünün ‘af ile sağlanamayacağı. Evet; bir af kanunu bugün bu durumda olan çocukları belki kurtaracak ama af kanununun hemen ertesi gününden itibaren benzer duruma düşebilecek çocukları kurtarmaya yetmeyecek. Her gün yeni bir af kanunu çıkarılamayacağına göre, çözüm çok daha başka tedbirlerle aranmalı.
Ceza sistemimizin ve yargılama usullerimizin yol açtığı birçok haksız mahkûmiyet ile ilgili olarak da af geçici bir çözüm. Bunlar düzeltilmediği sürece toplumsal vicdanı yaralayan Gaziantep’teki baklava hırsızı çocukların durumu gibi konular binlercesiyle birbirini takip edecek.
Geniş kapsamlı ve herkesi kapsayan bir af kanununun Anayasal engeller nedeniyle çıkarılamayacak olması da işin bir başka boyutu.
Birçok ‘düşünce suçlusu’ önerilen bu aftan yararlanamayacaklar. Kaldı ki bu Anayasal engel aşılsa bile bu da bir köklü çözüm olmaktan tamamen uzak.
Ceza yasalarımızdaki düşünceyi suç sayan, insanları yazdıkları bir yazı, çevirdikleri bir kitap ya da okudukları bir şiir yüzünden mahkûm eden hükümler aynen kalacağı için, çok geçmeden cezaevlerinin yeniden bu tür ‘suçlular’la dolması kaçınılmaz görünüyor.
Bu nedenle yapılması gereken şey bir af kanunu çıkarmadan önce ceza yasalarımızdan bu tür hükümlerin ayıklanması olmalı. Gerçek bir demokrasiye geçiş demek olan bu düzenlemeler yapılmadan gidilecek bir af uygulaması sadece gözleri boyamaya yarar.
Af kanunu çıkarmak hele önümüzdeki günlerde bir seçimin de yapılacağı düşünülürse siyasiler için gerçekten ‘kârlı bir iş’ gibi görünüyor. Ancak toplumsal vicdanımızın bugünkü gerçek ihtiyacı böyle ‘gaz boşaltmalar’ değil, daha köklü tedbirlerdir.
