'Başarılı' Kubi'nin arkasındaki kadın'
Şu son Meclis’in ‘unutulmaz’ isimleri arasına girerek tarihe geçmeyi fazlasıyla hak eden Kubilay Uygun (bundan sonra kendisinden kısaca Kubi olarak söz edeceğiz), biliyorsunuz bir de çapkınlığı ile ünlü ‘tipik’ bir Türk erkeği.
Tipikliği şuradan ileri geliyor ki, cebi para görünce önce arabasını değiştirdi, sonra da hanımını… Seçildiğinde Meclis’e bir külüstür yerli oto ile gelip giden milletvekilimiz önce otomobilini gıcır gıcır bir BMW ile değiştirdi, sonra da gazetelerden takip edebildiğimiz kadarıyla çapkınlar aleminin dehlizlerine daldı.
‘Her başarılı erkeğin arkasında bir kadının bulunduğu’nu kulağına küpe etmiş birisi olarak Kubi’nin hanımının kim olduğunu da ne yalan söyleyeyim merak ediyordum ki, Hakan Denker, Fatma Özkan Uygun’u kapısında bir başka BMVV (elbette Kubi’ninkinin bir küçük modeli) park edilmiş olan, sıvalarının bir bölümü dökülmüş tek katlı bir köy evinde buldu.
Fatma Hanım 54 yaşında emekli bir öğretmen. Kubi ile evliliklerinden 20 yaşında bir kızı, 17 yaşında bir de oğlu olmuş.
Fatma Hanım da tipik bir Türk kadını. Kocasının arşı alaya çıkmış çapkınlıklarını bildiği ve bir yıldır ayrı oturduğu halde ‘çocukları için’ bu evliliğe katlanan, ‘bizim çevremizde boşanmak hoş karşılanmaz’ diyen bir kadın.
Evliliğinin son bir yılının öyküsünü şöyle anlatıyor: “Bir yıldır ayrı yaşıyoruz. Arada sırada çocukları görmek için gelir, yarım saat oturup gider. Onun çapkınlıkları konusunda konuşmak istemiyorum. Hiçbir kadın kocasını başka kadınlarla paylaşmak istemez. Ama engel olamazsa salar gider. Ben Kubilay Bey’i saldım. Boşanmayı düşünmüyorum. Çocuklarım babalarına çok düşkün. Onları düşünmek zorundayım. Evet, aldatılan bir eşim ama bu evlilik devam ettiği yere kadar sürecek.”
Öğretmenlik gibi dünyanın her yerinde saygınlığı tartışılmayan bir meslekten emekli olan bir kadının, kocasının çapkınlıklarına, ihanetlerine böyle yaklaşması ve her şart altında evliliğini korumaya çalışması beni irkiltiyor… Çocukları küçük de ondan katlanıyor desem değil, ekonomik olarak kocasının gelirine muhtaç desem hiç değil… Peki hangi etken bir kadına böyle bir ihanete katlanma ve bir gün kocası geri dönecek olursa onu hiçbir şey olmamış gibi kabul etme gücünü verebiliyor? İçinden bir türlü çıkamadığım konu bu.
Çağdaş toplumlarda, kadınların sahip oldukları haklardaki bunca gelişmeye rağmen çözülemeyen bir sorun var. 0 da kadının kimliği konusu.
Kadınların çok büyük bir bölümü hâlâ toplumsal kimliklerini ‘bilmemkim beyin karısı’ olarak tanımlıyorlar. Bir birey olarak kendi varlıklarını ortaya koyamıyorlar. Bu yüzden de bir kez bir evlilik yapıp kendilerine iyi kötü bir sosyal kimlik kazandıklarını düşündükleri andan itibaren de bunu korumak için her şeye katlanmayı göze alıyorlar.
Bunu ne eğitimle, ne gelir düzeyiyle ne de toplumsal baskıyla açıklamanın imkânı yok. Bu haftaki Tempo’da yayımlanan bir araştırma, üniversite eğitimi görmüş her iki kadından birisinin koca dayağı yediğini ortaya koyuyor. Lüks konutlarda oturan, gelir düzeyi yüksek, eğitimli kadınların yüzde 6O’ı evliliklerinin ilk üç yılı içinde dayakla tanışıyorlar. Ama buna rağmen hiçbiri kapıyı çarpıp çıkıp gitme cesaretini gösteremiyor. Dayağa bile katlanan kimliksiz kadının ihanete katlanması demek ki daha kolay olabiliyor.
Ebeveynler kızlarına elbette iyi bir eğitim sağlamak için çalışmalılar. Ama bu yetmiyor.
Kocalarının onlar için sadece ‘bir hayat arkadaşı’ olduğunu, arkadaşlığın bitmesini doğuracak olaylarla karşılaştıklarında kendi kimliklerine ve kişiliklerine sahip çıkmaları gerektiğini de öğretmek zorundayız.