Ali Püsküllüoğlu’nun Arkadaş Yayınları tarafından yayımlanan “Türkçe Deyimler Sözlüğü”nün 29. sayfasından 44. sayfasına kadar olan bölümü “konuşmak’la ilgili deyimlere ayrılmış. “Ağız açmamak, ağzını açtırmak, ağız aramak, ağız birliği etmek, ağız kavgası, ağzını eğmek, ağızda sakız gibi çiğnemek, ağız yapmak, ağzı açık kalmak, ağzı gevşek, ağzını bozmak, ağzının kaytanını çekmek gibi onlarca deyim, sözlüğün bu 15 sayfasında yer alıyor.
Ayrıca benzer manalara gelen diğer deyimleri de sözlüğün diğer bölümlerinde bulmak mümkün. Boşboğaz, boş bulunmak, kıssadan hisse almak, sözü yere düşmek, sözü çiğnemek gibi daha yüzlerce deyim var dilimizde.
Yani sizin anlayacağınız biz Türkler, gereksiz ve boş konuşmanın insanın başına açabileceği o kadar çok sorun ve durumla karşılaşıyoruz ki, her birini ifade edebilmek için ayrı bir deyim icat etmişiz.
Hükümetimizin iki yetkili isminin; Mesut Yılmaz’ın ve Güneş Taner’in bütün bu deyimlerden haberi var mı bilmiyorum, ama yaşadığımız gelişmeler bana ciddi olarak bu iki yetkilimizin “ağızlarını tutmayı” bilmediklerini düşündürtüyor.
Tasarrufu Teşvik Fonu’nun ana para ve nema ödemelerinden başlayarak, şok ekonomik pakete ve fiyatları dondurmaya kadar birçok konuda durmaksızın konuşmaları ve her konuşmanın bir öncekini tekzip etmesi, bu sorunu iki yetkilinin kişisel sorunu olmaktan çıkarıyor. Bütün ülkenin sorunu haline getiriyor.
Önceki gün Mesut Yılmaz’ın yaptığı bir açıklama dünkü gazetelerin hepsinde yer aldı. Başbakan, 15 milyar dolarlık bir kredi açılması halinde IMF’nin istediği bir yıllık “şok” istikrar programının uygulanabileceğini söyledi. Böylece Başbakan’ın sıkı bir istikrar programı uygulamasının önündeki engelin siyasi olmaktan çok “parasal” olduğu da anlaşılıyordu. Böylece Türk hükümeti IMF’den bir istikrar programı uygulamak için bir tür “rüşvet” isteyen ilk hükümet olma unvanına da sahip oluyordu.
Bizim “geveze İkizlerin” burada durmaları elbette beklenmemeliydi. Nitekim dün konuşma sırası kendisine geçen Güneş Taner, IMF’nin İstese bile Türkiye’ye 15 milyar dolar kredi veremeyeceğini söyledi. Başbakan ya bu konularda bilgisizdi ya da bir kez daha gereksiz konuşmasının kurbanı olmuş, kendi bakanı tarafından yalanlanmıştı.
Türkiye’yi 1998 yılında çok ciddi ekonomik sorunların beklemekte olduğu herkes tarafından kabul ediliyor. Hükümet enflasyonu yüzde 50’ler civarına düşürmeyi planladığını açıkladı. Bu kaçınılmaz olarak ekonomide bir daralmayı, işsizliğin artmasını, kârların azalmasını beraberinde getirecek.
Böyle bir programın uygulanması ancak geniş bir halk desteği ile mümkün. Halk, geleceğini kurtaracağını bilirse, bugün belirli bir sıkıntıya katlanmayı göze alabilir. Bunun için de önce kendisine bu vaadi yapan siyasi kadroya güvenmesi gerekiyor.
Ancak yüzde yüze yaklaşan enflasyonu yarı yarıya indirmeye talip olan kadronun bu güveni hak etmek için yapması gereken bazı şeyler de var. Başbakan’ın ya da yetki verdiği görevlilerin halkın önüne çıkıp, ne yapacaklarını, nasıl yapacaklarını hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açıklaması gerekiyor.
Bu yapılmıyor. Bu yapılmadığı gibi ayaküstü verilen demeçlerle, lokantalardaki özel sohbetlerle ekonomik kararlar açıklanıyor ve ertesi gün daha mürekkebi kurumadan yapılan açıklamalar yalanlanıyor, boşa çıkarılıyor.
Halk kime ve neye güveneceğini şaşırıyor. Böyle bir ortamda ciddi bir istikrar politikası uygulanabilir mi?
Artık Başbakan’ın ve bakanların ne yapacaklarına karar verene kadar “ağızlarına kilit vurmaları” gerekiyor.
