RADİKAL

Anlamayana davul zurna az

WASHINGTON – Bir röportaj yaptım hayatım değişti. Hayır, henüz hiç film teklifi almadım. Model ajanslarından arayan da olmadı. Laila’da kızlar imza istemek için üzerime de atlamıyorlar. Ama bir televizyon programına konu oldum. Aslında ‘konuk’ da olmam istenmişti ama çıktığım yolculuk buna engel oldu.

Dün sabah şöyle bir özdeyiş icat ettim: “Cep telefonu olan bir Türk hayatından kaçamaz.” Pek bir şeye benzemedi ama olsun, bazı gazetelerde köşe yazarı diye maaş verilen birçok kişi bundan daha kötüsünü yazıp ‘çuvalla’ para kazanıyor.
Televizyon programının konusu Ayşe Arman’ın benimle yaptığı röportajda açıkladığım bazı görüşler ile ilgili. Washington’da olduğum için ben izleyemedim ama izleyen arkadaşlarım sabahın erken saatlerinden itibaren arayıp olanı biteni anlattılar. Bu konuda bir açıklayıcı yazı yazdığımı zannediyorum ama belli ki anlayışı kıt bazı kimseler (ilginç değil mi, bunların çoğu köşe yazarı) anlamamakta ısrar ediyorlar. Ya da anlayamıyorlar.
Önce söylemeliyim ki röportajda benim söylemediğim her hangi bir şey yazılmadı. Yani ben Türk basınında ‘yazar’ diye niteleyebileceğim insanların sayısının son derece az olduğunu (Dört isim vermiştim: Çetin Altan, Mine Kırıkkanat, Perihan Mağden, Can Dündar) geri kalanların ben dahil yazı yazan insanlar olduğumuzu söyledim. Bu görüşüm değişmiş değil, bunu daha önce de yazdım. Yazı yazan insanlarla yazar dediğim insanları ayırt eden en önemli farkın yazılardaki üslüp bütünlüğü ve edebi derinlik olduğunu da ekledim. Bu görüşüm de değişmiş değil.
Öğrendiğime göre programa katılanlardan birisi ‘kıvırttığımı’ söylemiş. Hayır kıvırtmıyorum. Bu güne kadar söylediğim her şeyin arkasında durdum, bundan sonra da dururum.
Ayrıca gazetelerde köşe yazarı olmak için mutlaka ‘yazar’ olmak da gerekmiyor, bunu da söyledim. Nitekim ‘yazar’ olarak nitelemediğim halde her sabah mutlaka okuduğum birçok köşe yazarı var. Sadece ‘köşe yazarlarına’, yazar demenin gerçek yazarlara haksızlık olduğuna inanıyorum, hepsi bu.
Programa katılan ve isimlerinin altında ‘yazar’ etiketi olan ama doğru dürüst Türkçe konuşup yazamayan bazı kişiler de beni ‘daha büyük gazetelere geçmek için sansasyon yaratmak’, ‘zaten gazeteci bile olamamak’la suçlamışlar. Ne diyeyim, allah iyiliklerini versin.
Yöneticisi olduğum gazetelerden Posta şu anda promosyonsuz olarak Türkiye’nin en çok satan gazetesi. O gazeteyi ben yayımladım, ilk sayısından beri adım künyesinde çıkıyor. Promosyonsuz satışta en yakın rakibi onun yarısı kadar satabiliyor. Fanatik desem, çıktığından beri Türkiye’nin en etkin, en çok satan spor gazetesi. Bir dönem piyasadaki tüm rakiplerinin toplamından daha fazla satarak ulaşılamaz bir rekor da kırdı.. Onun da ilk sayısından beri adım künyesinde yazılı. Radikal için bu gazetenin okuyucularına bir şey söylememe bile gerek yok. Türkiye’nin son dört yılına bakan herkes Radikal’in bu dört yıla damgasını vurduğunu görür. Bunların dışında tam 30 derginin ilk sayısında ‘Genel Yayın Müdürü’ olarak benim adım yazıldı. Aralarında Tempo ve Aktüel gibi haber dergileri de var, Blue Jean gibi gençlik dergileri de… Övünmek gibi olmasın ama Türk basınında böyle bir rekor rahmetli Sedat Simavi de dahil olmak üzere kimde var?
Hakemliği sizlere bırakıyorum: Ben gazeteci miyim, değil miyim? Ya da Türk basınında istediğim her hangi bir görevi elde etmek için sansasyon yaratmaya ihtiyacım var mı, yok mu?