Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Demirel anılarını yazıyor mu?

Ne zaman yurtdışında bir kitapçıya girsem ‘biyografiler ve otobiyografiler’in sergilendiği bölümde biraz vakit geçiriyorum. Akla gelebilecek her konuda yazılmış anıları, önemli insanlar hakkında yazılmış biyografileri, yazıyla başı hiçbir dönemde pek hoş olmamış bir milletin mensubu olarak biraz da kıskançlık duygularıyla karıştırıyorum.Tarihin sadece tarihçiler tarafından yazılmış yönleriyle ilgilenmeyenler için bu tür kitaplar bir hazine değerinde.

Bu gelenek her şeyden önce tarihsel olayların insani boyutlarını anlamakta işe yarıyor. Elbette sadece tarihi açıdan önem taşıyan olayların değil, belirli bir dönemin, belirli bir sınıfın yaşam anlayışının daha kolay öğrenilmesini, gelecek kuşaklara aktarılmasını da sağlıyor. Hayatı tarihin içine sokuyor.

Hep bizde neden böyle bir gelenek oluşmadığını düşünmüşümdür. Evet yazmak ve okumakla aramız pek iyi değil ama acaba tek sebebi bu mu? Sonuç olarak önemli tarihsel olayların merkezinde bulunan birçok kişi de aslında okuma- yazmaya hiç yabancı olmayan, hatta çoğu yurtdışında iyi eğitim görmüş, Batı kültürünü özümsemiş insanlar.

Acaba bunda siyaset yapma biçimimizin de bir rolü var mı? Siyaset, Türkiye’de, biliyorsunuz profesyonel bir meslek olarak algılanıyor ve bu alanın oyuncuları varlıklarını çoğu zaman denge hesaplarına, ayak oyunlarına borçlu oluyorlar. Bu öyle tüketici bir süreç ki sonunda siyaset sahnesinin oyuncuları arasında sanki zımni bir anlaşma oluşuyor. Yaşananları yazmamak, açıklamamak, bildiklerini kendisiyle birlikte mezara götürmek şeklinde özetlenebilecek bir zımni anlaşma! Bu anlaşmayı bozmaya kimse cesaret edemiyor ‘öteki de yazarsa’ korkusu bir tür dehşet dengesi yaratıyor.

Son zamanlarda Türkiye’de de bu yönde bazı girişimler oluyor. Tarih Vakfı’nın bu konuda ilginç çalışmaları var. (İlgilenenler www.tarihvakfi.org.tr adresinden yayın kataloğuna ulaşabilirler.) Ayrıca özellikle Dışişleri’nin emekli mensuplarının anıları da ilgi görüyor.
Cüneyt Arcayürek’in “Bekleyen Adamın Gerçekleşen Düşü” isimli kitabını da bu çerçeve içinde görüyorum. Yazar Süleyman Demirel ile birlikte çalıştığı dönemdeki siyasi olayların perde arkasını anlatıyor. Demirel’in yakın çalışma arkadaşına, dönemin gözde siyasetçileri hakkında yaptığı ileri sürülen yorumlar kamuoyunda haklı olarak ilgi çekiyor. Bu bir dönemde Türkiye siyasetine hâkim olan anlayışın düzeyini ve siyaset yapma alışkanlıklarını da gözler önüne seren bir tarih kitabı sanki.
Demirel, önceki gün kitapla ilgili görüşünü soran gazetecilere “Eğer söylendiği iddia edilen şeyler çok değerli idiyse sekiz sene nasıl durdu?” diye soruyordu. Bence ‘sekiz sene durmak’ta yadırganacak bir yön yok. Gerekirse 30 sene de bekleyebilirdi. Önemli olan bunun yazılmış olması, modern Türkiye tarihine damgasını vurmuş bir siyasetçinin portresini tamamlayıcı nitelikte olması.

Sormadan edemiyorum, acaba Demirel bu çok önemli dönemle ilgili anılarını yazıyor mu? O dönem boyunca verdiği demeçlerden değil, dürüstçe, hiçbir şey saklamadan yazılmış anılardan söz ediyorum..