İngiltere’nin ciddi gazetelerinden Sunday Times’da yayımlanan bir habere göre Amerikalı antropolog Prof. Helen Fisher kadının erkeğe duyduğu aşkın dört yıl içinde kendi kendini imha edecek şekilde programlandığını ortaya çıkarmış.
Bulgularına göre, kadınların âşık olmasını sağlayan beyin kimyasalları üç yıl içinde tükeniyormuş.
Bundan sonraki bir yıl kadının aşkın bittiğini kavraması ve yeni bir aşk için çevresine bakınmaya başlamasıyla geçiyormuş. (Ki bu görüş kadınların algılama sorunları olduğu yolundaki geleneksel maço tezlerle de örtüşüyor.)
Helen Hanım, gazeteye verdiği demeçte, kadınları ‘seri monogamist’ olarak tanımlıyor. Yani elektrikte pillerin seri bağlanması gibi… Hep tek bir erkek var, ama dört yılda bir birisi gidiyor, öbürü geliyor.
Araştırmacımız erkeklerin aldatmaya daha eğilimli olduklarını da eklemeyi ihmal etmiyor. İlk tanımlamaya bakarak ben de buna ‘paralel monogamist’ adını takıyorum. Yani pillerin paralel bağlanması gibi.. Erkeklerin birbirine paralel hayatları neden kolaylıkla sürdürebildikleri de böylece bilim dünyasına benim bir katkım oluyor.
Antropoloğumuz bütün bunlara rağmen birlikteliklerin dört yıldan daha uzun süreli olabilmesini, çiftler arasındaki ‘şefkat, sıcaklık, ekonomik çıkarlar’ gibi öteki etkenlere bağlıyor.
Prof. Fisher meğerse bütün hayatını bu konuya vakfetmiş. 15 yıl süreyle 62 ülkede araştırmalar yapmış, bu gerçeği keşfedebilmek için. Bana sorarsanız boşuna vakit harcamış. Sokaktan geçen bakkal çıraklarına da bu soruyu sormuş olsaydı zaten alacağı yanıt da bundan farklı olmazdı.
Ama bu, tespitlerin mutlak doğruluğu anlamına da gelmemeli. Bence gelmiyor.
Ben aşkın kendisini üretebilme yeteneği olduğuna inanan bir tezi savunuyorum. Elbette neden ve nasıl salgılandığını hâlâ bilemediğimiz bazı beyin kimyasallarının aşkın doğuşunda bir rolü olabilir ama aşkın da sadece böyle ‘biyolojik’ bir nedenle sürebiliyor ya da bitebiliyor olması mümkün değil.
Bu köşede sık sık sözünü ettiğim eski dostumuz Ortega Y. Gasset şöyle yazıyor: “Bir insanın özünden kaynayıp taşan sevgi hiçbir durumda ölmez. Duyarlı ruhun üzerinde sonsuza dek sürecek, aşıya benzer bir iz bırakır. Koşullar -örneğin uzaklık- sevgi için gerekli beslenmeyi engelleyebilir, o zaman sevgi gücünü yitirecek, duygusal bir hevese, bilincin alt katmanlarında seyirmeye devam edecek hafif bir duygu damarına dönüşecektir. Ama ölmeyecektir, duygusal nitelik değişmeden kalacaktır. Bir zamanlar seven kişi, ruhunun en derin köşelerinde, sevgilisinin onun bir parçası olduğu duygusunu sürdürecektir. Talih, fiziksel ve toplumsal anlamda onu başka yerlere sürükleyebilir, ama bunun hiç önemi yoktur; çünkü o kişi sevdiğine yakın olmaya devam edecektir. Gerçek sevginin en büyük belirtisi şudur: Sevgiliye, yer birliğinin sağladığından daha derin bir bağlılık ve içtenlikle yakın olmak.”
Zamanın aşkın düşmanı olduğu palavralarını ciddiye almayın. Sadece piller ‘seri’ ya da ‘paralel’ bağlanabilirler ve ne kadınlar ne de erkekler ‘pil’ olabilirler, bunu da unutmayın!