RADİKAL

Aşk, kadınlar, erkekler

En sinir olduğum şey lokantada yüksek sesle konuşan insan tipidir. Bütün masaların dip dibe yerleştirildiği günümüz lokantalarında yakın masalarda yüksek sesle konuşan birileri olunca zaten dağılmak için fırsat kollayan dikkatime sahip olamıyorum. Bu yüzden masada birlikte oturduğum arkadaşlarım çok şikâyetçiler. Az önce anlattıklarını zannettikleri bir konuyu anlamamış hatta hiç dinlememiş olduğum ortaya çıkınca benim de yüzüm kızarmıyor değil.

Ama ne yapayım ki bu elimde olmayan bir şey. Rahmetli anneannem ben küçükken bu huyumdan çok şikâyetçiydi. Oturup dersimi çalışacağıma çevrede konuşulanları dinlememden hoşlanmaz, bunun terbiyeli bir insana yakışmayan bir davranış biçimi olduğunu söylerdi.

Geçen gece Tuncay Özkan ile yemek yerken, sağ olsaydı anneannemin yüzünü çok kızartacak bir davranışta bulundum ve yan masadaki konuşmalara kulak kabarttım. Bu yakışıksız davranışımı affedeceğinizi umuyorum.

Masada orta yaşlarını süren bir erkek ile iki kadın oturuyordu. Yeni tanıştıkları her hallerinden belliydi. Sanıyorum adam masadaki kadınlardan birine fazlasıyla yakın bir ilgi duyuyordu ama henüz bu durumu deklare edememişti.

Adam gece boyunca konuşmasını benzerlerini her Türk filminde defalarca duyduğumuz iltifat ve klişelerle süsledi. Türk filmlerindeki diyalogların gerçek hayatla ilgisi olmadığını düşünenlerin kulaklarını ne kadar çınlattığımı tahmin edebilirsiniz.

Adam sohbetlerinin bir yerinde şöyle dedi: Aşk kadınların hayatını değiştirir, erkeklerin ise hayata bakışlarını.

Bu sözler dikkatimin bir kez daha dağılmasına yol açtı ve ‘koptum’.

Kendilerini alabildiğine ve hesapsızca aşkın kollarına atan kadınları düşündüm. Ve erkekleri: Plancı, sinsi, mesafeli, sahip olduğunu zannettiği şeyleri kaybetmekten korkan erkekleri.

Gasset “kadın, mutluluğunu kamunun iyi yürekliliğine bağlamaz; yaşamındaki en önemli şeyi, kamunun reddetmesine ya da onaylamasına bırakmaz. Erkek ruhu kadınınkinin tam tersine, yaşamını topluma dönük çalışmalara yansıtmayı yeğler: Bilim, siyaset, sanat, iş etkinlikleri. Bu yeğleme erkeklere biraz teatral bir eğilim kazandırır. Erkek, başkaları nedeniyle yaşar, bu nedenle de başkaları için yaşar. Bu erkeklerin yazgısından ayrılamayacak bir tutsaklıktır. Kadın ise özünden yaşar, bu nedenle de kendisi için yaşar” derken Dragon lokantasındaki bir masada öylesine söyleniveren bir sözün gerisindeki psikolojik faktörü anlatıyordu.

Şöyle devam ediyordu Gasset: “Çok sayıda erkeğin iç yaşamları, sözcüklerin ötesine taşmaz, iç duyguları da yalnızca sözel bir varoluşla sınırlı kalır. Oysa kadın ruhu sanki sırtını dünyaya dönmüş gibi içteki tutkulu mayalanmayı saklayarak yaşar. Alçakgönüllü davranışlar, bu içi saklama tutumunun yalnızca simgesel biçimidir.”

Erkek ve kadın dünya yüzünde ilk ortaya çıktıkları günkü gibi kalabilselerdi büyük bir ihtimalle bugün bu boş konuşmaları da yapmak zorunda kalmayacaktık. Ama ne olduysa oldu ve kadın giderek toplumsal yaşamdan tecrit edildi, kamusal alan erkeklerin egemenliğine geçti. Kadın iç dünyasına kapanmaya mahkûm edilirken sahne ışıkları hep erkekleri aydınlattı.

En kötüsü toplumsal alanda öne çıkmaya çalışan kadınlar kendileri olmaktan çıkıp erkek modelleri taklit ettiler. Tansu Çiller, Meral Akşener, Merve Kavakçı, Oya Akgönenç… Onlara ‘kadın politikacı’ demek ne kadar doğru bilemiyorum.

Bakın bir lokantada yüksek sesle söylenen bir söz bizi nerelere getirdi. Şimdi siz söyleyin bakalım: Lokantalarda yüksek sesle konuşanlara kızmakta haklı değil miyim?