Fatma Dönmez’i tanımazsınız. İsmini gazetelerde okumuşsunuzdur ama unuttuğunuza da eminim. Fatma, Çankırı Kız Meslek Lisesi öğrencisiydi.
15 yaşındaydı. Kime ve hangi alçak emellere hizmet ettiği hiç de önemli olmayan bomba patladığında okuluna gidiyordu.
Sabah evinden çıkıp, okuluna giden herhangi bir kız çocuğu gibi… Saçlarını taramış, beyaz çoraplarını, önlüğünü giymiş, çantasını toplamış, uykulu gözlerle alelusul yapılmış bir kahvaltının ardından yola düşmüştü.
Gazetelere Fatma Dönmez’in 15 yaşında bir okul öğrencisi olduğu ve Çankırı’da patlayan bir bomba sonucunda öldüğü gibi kuru istatistik bilgilerden başka bir şey yansımadı. Ne umutları, ne hayalleri, ne de önünde çok uzun süreceğini tahmin ettiği yaşamı… Hepsi hain bir bombanın savurduğu tozlar ve metal parçaları arasında yok oldu gitti.
Çankırı Endüstri Meslek Lisesi öğrencisi Emrah Ersoy’un da tek suçu o saatte okuluna gidiyor olmasıydı. Ondan da geriye sadece bir küçük gazete haberi kaldı. Bir kadına ‘benimsin’ diye sarılamadan, çocuklarını kucaklayamadan, sevdiklerinin mutluluğunu göremeden bir melek gibi uçtu, gitti…
Gazetelerde koruma polisi Nurettin Cinsoy’un cenaze töreninin fotoğrafları vardı. En fazla on yaşında olan küçük bir oğlan çocuğu omuzuna babasının fotoğrafının bulunduğu çerçeveyi dayamış, bir eliyle de başını tutuyordu.
Artık onun bir babası yok. Bir işi başardığında babası onunla gururlanamayacak, ‘Aferin benim oğluma’ diyemeyecek. Yaşamının her önemli adımında içindeki boşluk daha da büyüyecek… Ne nişanında, ne düğününde, ne mezuniyetinde, ne çocuklarını kucağına aldığında yanında babası olmayacak.
Ufuk Akdoğan bir taksi şoförüydü. Her gün bindiğimiz binlerce taksiden birinin şoförü. Belki onun arabasına da bindiniz, ama hatırlamanıza imkân yok. Size sigara ikram etti, açık camın rahatsız edip etmediğini sordu, elinizdeki bavulu bagaja koymanıza yardım etti… Belki de adres sordunuz ona… Belki eşinizi doğuma o yetiştirdi… Belki aracınız bozulduğunda, lastiğiniz patladığında yağmur altında size o yardım etti… Kim bilir?
Artık Ufuk Akdoğan da yok. Bir bomba onu da aramızdan aldı, sevdiklerinden kopardı. Artık o kimseye yardım edemez, üzüntülü gördüğü bir insanı neşelendirmek için sigara ikram edemez, radyodaki haberlerle ilgili yorum yapamaz.
Ateş düştüğü yeri yakar diyorlar. Bu doğru. Ama bu kez ateşin düştüğü yer sizin, benim, hepimizin içi…
Terörle yaşamaya alıştırmak istiyorlar hepimizi. Evimizden çıkmamamızı, okula, işe, alışverişe gitmememizi istiyorlar.
Bir hafta içinde aldıkları sadece dört can değil. Onların istediği hepimiziz… Özgürlüğümüz, beklentilerimiz, hayallerimiz… İçimizdeki yaşama sevincini öldürmek istiyorlar.
Bir hain piyangonun gelip bize de çarpacağı korkusuyla yaşamamızı, yaşamaktan korkmamızı istiyorlar.
Onlara bu fırsatı vermeyeceğiz. Deliklerinde korkak sıçanlar gibi yüzlerini saklayarak istedikleri kadar plan kursunlar. Biz insanız. Onlardan korkmuyoruz.
