Demokratik bir rejimin esası güçler ayrılığına dayanıyor ve yasamanın, yürütmenin, yargının birbirinden bağımsız olmaları, birbirlerini denetlemeleri ile işliyor.
Klasik bir demokraside özgür basın faaliyeti bir demokrasinin ‘olmazsa olmaz’ koşulu. Halkın haber alma ve bilgilenme hakkının korunması da demokratik sistemi oluşturan kurumları denetleyebilmesi amacını taşıyor.
Bizdeki sağcı demagogların saptırmaya çalıştıkları gibi basın özgürlüğü gazeteciler için değil, halkın bu kurumları denetleyebilecek bilgiye sahip olması için gerekiyor.
Bu açıdan özgür ve bağımsız basın, demokrasilerdeki dördüncü güç olarak kabul
ediliyor. Bu nedenle, basın özgürlüğünün kısıtlanmasına yönelik her türlü girişim, örneğin Amerika’da anayasaya aykırılık suçunu oluşturuyor.
Mantık şöyle: Demokrasinin kurumları Anayasal düzen içinde birbirlerini denetleyebiliyorlar. Ama her demokratik ülkede şu ya da bu nedenle bu mekanizmalar her zaman yeterince işleyemeyebiliyor. Hele bizdeki gibi yasama ile yürütmenin iç içe geçtiği, yargının bağımsızlığının yürütme lehine zedelendiği durumlarda, halkın olup bitenlerden haberdar olması sadece özgür basın faaliyeti ile mümkün olabiliyor.
Halkın yasama ve yürütme üzerinde etkili olabileceği en önemli platform serbest seçimler. Seçme hakkının kullanılması sırasında, oy tercihlerinin belirlenebilmesi de ‘bilgi’ye dayanıyor. Bu bilginin edinilebileceği en önemli yer ise devletten bağımsız gazeteler, televizyonlar ve radyolar.
Yüksek Seçim Kurulu’nun, RTÜK’ün yasakçı zihniyetinin ekmeğine yağ sürdüğü yasa yorumu ise bu seçimler için bu en önemli bilgi kaynağını kullanılamaz hale getiriyor.
Seçim Yasamız ‘yanlış bilgilendirme’yi önlemek gerekçesiyle seçim dönemlerinde partilerin alacağı oylarla ilgili anket, tahmin vs. gibi haberlerin yayımlanmasını yasaklıyor. Dün Tarhan Erdem’in Radikal’de de yazdığı gibi yasanın ilgili maddesindeki ‘bir siyasi partinin lehinde veya aleyhinde veya vatandaşın oyunu etkileyecek biçimde’ tümlecinin YSK tarafından yorumlanış biçimi, seçim yasamızda açıkça tanımlanmış yasağın alanını da genişletiyor.
Ancak bu bile, RTÜK’ün yasakçı zihniyetinin aklanmasına yetmiyor.
RTÜK’ün televizyon kapatmalar konusundaki tavrı, bazı programcıların önceden RTÜK’e danışmasına kadar varıyor ki, bunun dünyanın her yerindeki adı ‘ön sansür’dür.
Geçtiğimiz yasama dönemi boyunca RTÜK’ün bu niteliği çok tartışıldı. Ancak ‘demokrasi’ sözcüğünü yalnızca kendi kişisel hakları söz konusu olunca hatırlayan FP ve DYP yönetimlerinin de saptırmalarıyla RTÜK Yasası’ndaki ‘sansür’ hükümleri yasadan çıkartılamadı.
RTÜK adeta kendi başına hukuk oluşturan bir kurum kimliği kazandı ve bu kimliğini de her zaman ‘yasakçı’ yorumuyla ortaya koydu. Suçun kişiselliği gözardı edildi, yayın kurumları kişilerin hataları nedeniyle cezalandırıldı.
Seçimlere bir buçuk ay gibi kısa bir süre kala hala ‘halkın haber alma özgürlüğü’ tartışılıyorsa bunun sebebi de esasen bu zihniyetin RTÜK’e hakim olmasıdır.
Oy almak için demokrasi programları açıklayanların RTÜK’ün bu durumunu ağızlarına almaktan bile kaçınmaları da ayrıca dikkat çekici.