Refah Partisi’ni ve yöneticilerini eleştiren çok yazı yazdım. Eleştirilerimin temelini, Refah Partisi’nin uyguladığı politikaların ve yürüttüğü propagandanın Türkiye’yi iki kampa ayıracağı görüşü oluşturuyordu.
Refah propagandasının, Türkiye’yi inananlar -inanmayanlar genel başlığı altında iki parçaya bölmeye yönelik olduğunu söyledim ve bunun yanlışlığını bıkmadan eleştirdim.
Ben yazdım, ben dinledim. Refah bildiği yoldan dönmedi. Her fırsatı Türkiye halkını iki parçaya bölmek için kullandı. Refah propagandasını halka ulaştıran gazeteler ve televizyonlarda kullanılan ‘Müslümanlar – Müslümanlara karşı olanlar’, ‘imam hatipliler – ötekiler’, ‘inananlar -inanmayanlar’ söyleminin ve İslamı siyasallaştırma çabalarının en başta bu partiye oy veren insanlara zararı dokunacağını vurguladım.
Gelinen noktada haklı çıkmış olmaktan dolayı son derece üzgünüm.
Bugün Türkiye’nin ikiye bölünmesi sonucunu doğuracak bir başka tehlike ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.
Refah Partisi’ne oy vermiş geniş kitleleri sistem dışına itmeye ve milyonlarca insanı rejim karşıtıymış gibi göstermeye yönelik girişimlerin, Refah’ın eleştirdiğim politikalarından pek de farklı olmadığı kanaatindeyim.
Boykot çağrılarıyla başlayan ve irtica brifinginde zirvesine ulaşan bu söylemin terk edilmesi gerektiğine inanıyorum.
Türkiye’de İslamı tanrıyla kul arasındaki bir ilişki olmaktan çıkarıp, bir siyasal sistem olarak yerleştirme çabalarının varlığını ve bu çabaların başta Refah Partisi olmak üzere başka birçok kuruluş tarafından sistemli bir politika haline dönüştürüldüğünü görmemek imkânsız.
Rejimi temelinden değiştirmeye yönelik bu girişimler yasalarımıza göre açıkça suç teşkil ediyor.
Savcıların, polisin ve jandarmanın görevi bu amaca yönelik oluşumları ortaya çıkartmak ve cezalandırmaktır.
Bu tür rejim karşıtı girişimlere destek olanların kimler olduğunun tespit edilmesi ve bunların yasalarda belirtilmiş cezalara çarptırılmaları çok zor olmasa gerek.
Bunu yaparken milyonlarca insandan oluşan geniş bir kitlenin tümüyle suçlu gibi görülmesini ve gösterilmesini doğru bulmuyorum.
İrticanın kadro kaynağı olarak gösterilen Kuran kurslarına ve imam hatiplere devam edenlerin tümünün suçlanması sonucunu doğuracak ifadelerden özellikle kaçınmak gerekiyor. Sahipleri İslamcı olan şirketlerin tümünün yasadışı irticai faaliyetlere destek veriyormuş gibi gösterilmelerinden de kaçınmalıyız.
Devletin görevi kurunun yanında yaşın da yanmamasını sağlamak, suç işleyenleri geniş kitleden tecrit edip cezalandırmaktır.
Aksine politikalar, benzer bir çabayı ters taraftan gösteren Refah Partisi’ne ve şeriatçı kuruluşlara hizmet eder. Bu kuruluşların asıl yüzünü gören ve niyetini anlayan gerçek Müslümanları onların kucağına iter, çaresiz bırakır.
Hepimiz aynı geminin yolcularıyız. Geminin bir tarafını batırırken, öbür tarafını kurtarmanın imkânı yoktur. Birbirimizin kılık kıyafetini beğenmesek de, birbirimizin inancını paylaşmasak da, görüşlerini beğenmesek de bu gemide birlikte yolculuk etmek ve bu gemiyi yüzdürmek zorundayız.
75 yıllık cumhuriyet ve 50 yıllık demokrasi geçmişimizle bunu bugüne kadar başarabildik.
Demokrasiyle yönetilen tek Türk ve İslam ülkesi olmayı nasıl başarabildiysek; demokratik ve laik hukuk devletini korurken insanların inançlarında özgür olmalarını da aynı şekilde başarabiliriz.
Demokrasi mücadelesinin Refah’a oy veren milyonlara karşı değil, demokratik rejimi yıkma heveslisi bir avuç din tacirine karşı yapılması gerektiğini aklımızdan çıkarmamalıyız.
Başka Türkiye olmadığını, burada hep birlikte yaşamak zorunda olduğumuzu unutmamamız gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum.