Başkan Bey'e yanıt
Gazeteciler Cemiyeti Başkanı’nın bundan bir süre önce yaptığı bir konuşmayı eleştirmiştim. Nail Güreli’nin özellikle Refah Partisi ve DYP tarafından pompalanan basın aleyhtarı bir propagandanın etkisi altında kalarak, bütün basını suçlayıcı tarzda konuşmasını ve kesimler tarafından üretilmiş kalıpları kullanmasını eleştirmiştim.
Nail Güreli bunun üzerine bana bir açıklama yolladı. Bu açıklamayı yayımlamadım. Çünkü Güreli’nin “konuşmamın tamamını aksettirmeyen, aradan çekilmiş cümleler” dediği alıntılar 20 Nisan tarihli Cumhuriyet’teki bir haberden yapılmıştı ve bu sözleri o gazetede tırnak içinde Nail Güreli’nin cümleleri olarak yayımlanmıştı. Dolayısıyla açıklamanın muhatabı ben değildim. Bir düzeltme gerekiyorsa bu Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan haber için yapılmalıydı.
Ancak Güreli’nin daha sonra Milliyet’teki köşesinde yayımladığı yazı, Cumhuriyet’teki haberin ve alıntının doğruluğunu açıkça ortaya koydu.
Nail Bey’in yazısı tribünlere oynamakta’ kararlı olduğunu gösteriyor. Bu belki ona bir milletvekilliği adaylığı getirir ama maliyeti bütün olarak gazetecilerin toplumsal prestijinin düşmesi olur.
Benim eleştirdiğim şey de zaten buydu: Gazeteciler Cemiyeti Başkanı’nın bütün basını “plaza medyası olmakla, yozlaşmakla, satılmakla, iş takipçiliğiyle” suçlamaya hakkı olmadığı kanısındayım.
Basın denilen şey soyut bir kavram değil, tek tek biz gazetecilerden oluşuyor. Nail Bey ile aynı binada binden fazla gazeteci ile birlikte çalışıyoruz. Bu kişilerin içinde tek tek “iş takipçiliği yapan, yozlaşan, kalemini satan” kimlerse hepimizin ortak düşmanı onlar olmalıdır. Cemiyet Başkanı da madem bunların kim olduğunu biliyor, onları açıklamalıdır. Bunu yapmak yerine bütün bir basın dünyasını “yozlaşmakla” suçlamak, bu meslek mensuplarının prestijlerini korumakla görevli bir kişiye yakışmaz. Gazetecilerin içinde “satılmış” olanlar varsa bunların kimler olduğunu teşhir etmek gerekirdi, tüm basını zan altında bırakmak değil.
Bırakın eski günleri yakın geçmişimiz bile basının demokrasi, insan hakları, yolsuzluklar karşısında aldığı tavırların etkili örnekleriyle dolu. Nail Bey’in beğenemediği “plaza basını” olmasaydı bugün kimse Susurluk Kazası’nın ardında nelerin döndüğünü öğrenemezdi. Ne Çillerlerin Amerika’daki malları, ne Gülay Aslıtürk’ün dolapları, ne İSKİ skandalı ortaya çıkartılamazdı.
Nail Bey yazısında beni de “yönettiğim gazetede irademin dışında bazı gazetecilerin işlerine son vermekle” suçluyor. Belli ki bugüne kadar her işten çıkarılışına ilginç gerekçeler yaratan bir kişinin bir süredir Radikal aleyhine İslamcı basında yürüttüğü bir kampanyanın etkisi altında fazlasıyla kalmış. Dedikodularla uğraşacağına Radikal’deki cemiyet üyelerine sorup işin aslını öğrenebilirdi.
Bir meslek kuruluşunun başkanına düşen görev, dedikodular ve basmakalıp fikirlerle meslek mensuplarının tümünü zan altında bırakacak konuşmalar yapmak değil, gazeteciliğin temel sorunlarına çözüm önermektir.