RADİKAL

Belediye soygunları

 Kayseri’nin en az sucuğu ve pastırması kadar ünlü Belediye Başkanı Şükrü Karatepe’nin marifetlerini iki gün önceki Radikal’de okudunuz. Haber, “tarım arazisi” olarak ilan edilen bir bölgenin, ortakları arasında bizzat Şükrü Karatepe’nin de bulunduğu bir şirkete nasıl verildiğini ve Refahyol’un son günlerinde bu arazide bir serbest bölge kurulması için gider ayak bir karar çıkartmasını anlatıyordu.

Radikal, 10 Kasım törenlerine katılmayı içine sindiremediğini söyleyen Kayseri’nin RP’li belediye başkanına bunu içine nasıl sindirdiğini soruyordu.

Cevap dün geldi. Karatepe’nin bize verdiği ‘medyatik’ yanıtı ve Radikal’in buna yanıtını bugün gazetemizde okuyacaksınız.

Manevi değerlere bağlılığını olur olmaz her yerde açıklamayı çok seven İzmir’in İslamcı – DYP’Iİ belediye başkanının marifetlerini de dün Hürriyet gazetesi yayımladı. Başkan Bey belediyenin imkânlarıyla yapılan bir parka kızının, bir okula da eşinin ismini vermekte sakınca görmemiş.

Ankara’nın sanatın içine tükürmesiyle maruf kabadayı belediye başkanı da daha önce yapılmış bir park için yandaşı bir şirkete milyarlar ödemiş.

Geçtiğimiz hafta içinde yine Radikal’de bazı RP’li belediyelerin kendilerine yakın kişi ve vakıflara, belediyelerin mülklerini nasıl üç kuruşa verdiklerini ve kentsel ranttan pay kapma telaşının ne boyutlara vardığını gözler önüne seren haberler de yer aldı.

RP’nin önemli büyük belediye başkanlıklarını kazandığı seçimden önce, seçmenin en büyük şikâyeti belediyelerin imkânlarının belediye başkanlarına yakın kişi ve kuruluşlara peşkeş çekilmesiydi.

Seçim sırasında en büyük kozu olarak “dürüstlük” ve ‘namus”u kullanan Refah’ın belediye başkanlarının bir bölümünün aslında kendilerinden önceki hırsızlardan da farklı olmadıkları anlaşılıyor.

Aralarındaki en önemli fark ikincilerin yaptıkları işe bir “dini kılıf” uydurmaları.

Refah’ın elindeki belediyelerde işlerin nasıl yürüdüğüne, “bağış” adı altında büyük paralar almadan hiçbir imzanın atılmadığına ilişkin söylentiler diz boyu.

Belediyelerdeki soygun düzenine bir son verme iddiasıyla işbaşına gelenlerin, aradan daha üç yıl geçmeden bu soygun düzeninin bir parçası olması ne kadar acı.

Amin Maalouf, Fransa’nın en büyük edebiyat ödülünü kazanan romanı Tanios Kayası’nda, roman kahramanı Tanios’un ağzından şöyle diyor: “Benim halkımın davranışlarında yöneticilerini bozan bir şey var.”

Acaba belediyelerdeki bütün bu soygun düzenini bir türlü önleyememiş olmamızın sorumlusu bizler miyiz ki her geleni kısa sürede bozup, rüşvetçi, çıkarcı bir hale getiriyoruz?

Etrafınıza şöyle bir bakın. Kaç evin iskân ruhsatı var? Acaba kaç evde belediyeden gerekli izin alınmadan tadilatlar yapılmış, binaların oralarına buralarına ekler kondurulmuş? Yeşil alan olarak ayrılması gereken yerlere nasıl ‘müştemilatlar’ yapılmış? Otopark olması gereken yerler nasıl vitrin bir kapıyla dükkân haline getirilmiş?

Ne dersiniz, galiba yok aslında birbirimizden bir farkımız.