Danimarkalı ‘top model’ Helena Christiansen 29 yaşına gelip, 16 milyon dolarlık bir servet kazandıktan sonra artık mankenliği bırakacağını açıkladı. Dünya yüzünde fotoğrafı gazete ve dergilerde en çok basılan beş kişiden biri olan Helena’nın mesleği bırakma kararı alması sanıyorum en çok magazin gazetelerinin ve moda dergilerinin yazı işlerini üzecek.
Helena mesleğini neden bırakacağını bir gazeteye şöyle açıkladı: “Mankenlik sürekli yapabileceğiniz bir iş değil. Ben zaten çıkabileceğim en yüksek noktaya çıktım. Daha fazla ilerlemem mümkün değil. Benim için bundan sonra artık sadece iniş söz konusu ki bunu da yaşamak istemiyorum. Bazı şeyleri zamanında bırakmayı bilmek gerek.”
Helena’nın sözlerini okurken, oturdukları koltuklan bir türlü bırakmak istemeyen, bırakma zamanlarının çoktan gelip geçtiğinin farkında olmayan insanları hatırladım.
Sakıp Sabancı’nın geçen hafta içinde bir toplantıda gündeme getirdiği ‘padişah’ları andım.
Bizim siyaset pazarının artık modalarının ve devirlerinin geçtiğini bir türlü görmek istemeyen esnafını yâd ettim.
Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit siyaset sahnesine çıktıklarında ilkokula yeni başlamıştım. Necmettin Erbakan’ın, Deniz Baykal’ın adını ilk duyduğumda lise öğrencisiydim. Şimdi 42 yaşındayım. Sanıyorum yakında ben bile emekli olacağım ama onlar hâlâ bitmek bilmeyen bir hırsla oturdukları koltuklardan inmemek için didinip duracaklar.
Onların siyaset yaptığı dönemde benim sayabildiğim kadarıyla Amerika yedi başkan değiştirdi. İngiltere’de her seçimden sonra seçimi kaybeden liderin yerini yenisi aldı. Bizimkilerden her biri en az üç seçim kaybetti ama hâlâ yerlerindeler.
‘Yaşlılık’ sadece geçen yıllarla ilgili bir şey değil. Mesut Yılmaz, Tansu Çiller ve Hüsamettin Cindoruk’a gelince… ‘Yeni gibi’ görünmelerine karşın ne söylemleriyle, ne temsil ettikleri siyasi ideolojiyle, ne de siyaset yapmaktan anladıkları şeyler bakımından hiçbiri ‘yeni’ değil.
Siyaset sahnemize baktığımızda gördüğümüz aktörlerin tümü bu açıdan birbirleriyle ‘yaşıt’ ve ‘yaşlı’ bir görüntü çiziyorlar.
Hepsi siyaset hayatlarının belirli dönemlerinde kendileri açısından başarılı sayılabilecekleri noktalara çıktı.
Ama o noktalara geldikten belirli bir süre sonra yapacakları fazla bir şey kalmadığını görüp kendilerine başka hayat yolları çizecekleri halde gitmemekte direndiler. Kötülükleri yalnızca kendi geçmişlerindeki olumlu imajlarına değil, bütün bir topluma oldu.
Toplumsal hayatımızın çeşitli kriz dönemlerinde danışacağımız, bakalım o ne söyleyecek diye ağzının içine bakacağımız ‘büyüklerimiz’ olmaktansa, sahip oldukları küçük dünyacıkları korumayı tercih ettiler.
Körü körüne kendilerine bağlı kalmış bir avuç insan dışında geçmişteki yararlı hizmetlerini anımsayan bile yok.
Zamanında bırakmayı bir türlü başaramadıkları için hepimize yazık etmediler mi?