Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in TESEV için yaptığı ‘Devrim, Evrim, Statüko: Türkiye’de Sosyal, Siyasal, Ekonomik Değerler’ isimli araştırma birbirine güvenmeyen insanlar topluluğu olduğumuzu açıkça ortaya koyuyor.
İşin acı tarafı her geçen yıl bu kötü tablo daha da keskinleşiyor, kendimize ve birbirimize güvenimiz giderek daha da sarsılıyor.
Araştırmanın sonuçlarına göre 1990 yılında ‘Türkiye’de yaşayan insanların çoğuna güvenilir’ diyenler nüfusumuzun yüzde 10’una ulaşabilirken, bu oran 1997 araştırmasında yüzde 7’ye düşmüş. Bu konuda bir başka azgelişmiş ülke olan Filipinler ile yarışıyoruz.
Böyle karamsar insanlar olmamızın bir sürü sebebi olabilir. Sebepler ne olursa olsun bu gelişmenin hayra alamet olmadığını düşünüyorum. Ve giderek her şeyin altında bir bit yeniği ve ahlaksız hesaplar arama alışkanlığımızın yaygınlaştığını, güvensizliğimizin kendimizle sınırlı kalmayıp bizim dışımızdaki insanlar ile olan ilişkilerimizi de etkilediğini görüyorum.
Önceki gece Kişinev’de, Türkiye Milli Takımı, Moldova Milli Takımı ile bir futbol maçı yaptı. Maç, 2000 yılındaki Avrupa Şampiyonası grup eleme maçıydı ve Türkiye açısından bu finallere katılmak yolunda önemliydi, sonucu bizi olduğu kadar grup birinciliğinde iddialı olan Almanya’yı da ilgilendiriyordu. Maç aynı şekilde grup sonunculuğundan kurtulmak isteyen Moldova için de önemliydi. Ve maç bu öneme yakışır bir çekişme içinde oynandı.
Maç sonrası bazı Türk gazetelerinde yer alan iddiaları okuyunca Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in araştırmasını hatırladım. İddialara göre Türk Futbol Federasyonu, Moldova’ya Almanya tarafından teşvikler verildiğini ileri sürerek UEFA’yı göreve çağırmıştı.
Heyecanla haberi okudum. Bakın neler olmuş: Alman spor malzemeleri üreticisi Puma Moldova’ya maçtan önce malzeme yardımı yapmış. Moldova maç boyunca çok sert oynayarak milli takımımızın maçtan galip çıkmasını önlemiş. Republican Stadı’nın ışıkları çok geç yanmış.
Başka insanların ahlaklarına güvenmeme huyumuzu nerelere kadar vardırdığımızın bir örneğiydi bu iddialar.
Puma, yıllardan beri Moldova Milli Futbol Takımı’nın sponsoru. Tıpkı Türk Milli Takımı’nın sponsoru olan Adidas gibi. Ve bu tür sponsorluklar belirli bir paranın yanı sıra takımların kullanacakları malzemelerin üretici tarafından karşılanması şeklinde yürüyor. Bunun altında bir bit yeniği aramak için nasıl bir ahlaki paranoya içinde olmak gerek, siz karar verin.
Moldova sert oynamış. Evet, Moldova futbolunun en temel özelliklerinden birisi bu. Ancak, bunun için kimseden teşvik almaları da gerekmiyor. Sadece bizim maçımızda değil, tüm maçlarda böyle oynuyorlar çünkü futbol oynama becerileri sınırlı. Ve her yetersiz futbol takımı gibi sert oynayarak rakibi yıldırmak, bir tesadüfi gol atıp galip gelmek gibi bir ‘taktikleri’ var.
Stadın ışıkları geç yanmış. Doğru, çünkü Moldova kaynakları kendisine yetmeyen fakir ve küçük bir ülke ve ışıkları mümkün olabilecek kadar geç yakıp, enerji ve para tasarrufu yapmak zorundalar. Nitekim, oyuncular ısınmak için sahaya çıktıklarından itibaren ışıklar yandı ve UEFA kuralları da bunu düzenliyor. Işıkların maçtan saatler önce yakılmasını öngörmüyor.
Önceki günkü maçta puan kaybettiysek bu tamamen bizim oyuncularımızın Teknik Direktör’ün planlarını uygulayamamış olmalarından kaynaklandı. Santrfor Hakan uykuda gibiydi, Türkiye’nin en iyi kanat oyuncuları Okan ve Hakan Ünsal doğru dürüst tek bir top ortalayamadı, orta saha oyuncuları oyunu hareketlendirip dar alanda teknik becerilerini gösteremediler, gol pası atamadılar, defansımız en basit topları bile uzaklaştırmakta güçlük çekti, Ali Eren gibi rakibe gol pası bile verdi.
Bu gerçek ortadayken berabere kalıp puan kaybetmemize böyle gerekçeler arıyor olmamız yazının başında sözünü ettiğim ruh halimizden kaynaklanıyor olmalı. Kendimizden başka herkesin ahlaksız, çıkarcı olduğuna olan inancımızdan kaynaklanıyor.
