RADİKAL

Bir delinin düdüğü yetti

 Amerika’ya son gidişimde televizyonda sabanın erken saatlerinde yayımlanan bir çocuk programı izledim. Bir ana okulunda çekilmişti. Okulun öğrencisi olan ve yaşları 4 ile 6 arasında değişen çocuklara ilginç bir oyun oynatıyorlardı.

Oyun çocukların hayatlarında en çok değer verdikleri şeyleri ortaya çıkarmayı hedefliyordu.

Çocukların hepsinden birer tane “kalp haritası” çizmeleri isteniyordu. Bir kâğıda kocaman bir kalp çizen çocuklar içlerini tıpkı bir haritada olduğu gibi çeşitli parçalara bölüyor ve her parçaya sevdikleri şeylerin isimlerini yazıyorlardı. Yazmayı bilmeyenler de düşüncelerini çizdikleri resimlerle ifade ediyorlardı.

Her çocuğun kalp haritasında en büyük yer anne ve babalara ayrılmıştı. Kardeşler, dedeler, öğretmenler, büyükanneler, evde beslenen hayvanlar, oyuncaklar.. Bir çocuğun hayatında önemli olabilecek ne varsa haritada kendi önemine göre bir yer buluyordu.

Programı izlerken kafamdan bir Türkiye haritası çizdim. En büyük parçayı da “bencillik ve başkasının haklarına saygı göstermemeye” ayırmıştım. Diğer “ulusal hasletlerimiz” otoriteye sorgulamadan boyun eğmek, olduğundan farklı görünmeye çalışmak, başkalarının hayatlarına aşırı merak gibi şeyler de haritada kendisine bayağı yer buldu.

Geçen gün Ankara Metrosu ile ilgili haberleri okuyuncaya kadar da “acaba kendimize çok mu haksızlık ettim” diye bir soru kurcaladı durdu kafamı. Ama artık içim rahat.

Ankara Metrosu hatırlayacaksınız geçtiğimiz hafta düzenli seferlerine başladı. Metronun en önemli problemi seferlerin zamanında yapılamamasıydı. Çünkü tren istasyona gelince herkes başkalarının inmesini beklemeden aynı anda kapılara hücum ediyor, trenin kapıları kapanamadığı için de seferler gecikmeli olarak yapılabiliyordu. Herkes istasyonlara çizilmiş çizgilerin ardında sırasını beklese hem seferler gecikmeyecek, hem de gereksiz itiş kakış yüzünden insanlar metronun raylarına düşme tehlikesi geçirmeyecekti.

Benzeri bir durumu her sabah ve akşam bizim gazetenin yakınlarındaki Mahmutbey Köprüsü üzerinde de yaşıyoruz. Üç değişik yönden gelen otomobiller, kamyonlar, otobüsler ve “kent hayatımızın yeni rengi” motosikletli kuryelerin üzerinde anlaştıkları tek bir konu var: Sırasını beklememek, trafiği yürümez hale getirmek pahasına başkalarının yolunu kesmek, kendisi başkalarına yol vermediği halde kendisine yol verilmediği için bağırıp, korna çalmak vs. Benzerlerine cennet vatanımızın her “kontrolsüz” kavşağında rastlayabileceğimiz bir sürü tipik davranış işte..

Geçtiğimiz aylarda köprü üzerinde bir “gönüllü” peydah oldu: Anadolu’nun ve Trakya’nın her kentinde, kasabasında esnafın eğlencesi olan türden bir “zararsız deli”. Belli ki kafayı trafikle bozmuş. Bir yerlerden buluşturduğu bir trafik polisi şapkası ve elinde düdüğüyle bizim köprüye hayat verdi. Daha önce gözü dönmüş bir saldırganlıkla yola fırlayıveren otomobiller şimdi onun düdüğü önünde süt dökmüş kedi gibiler. Yüzlerce “akıllı” insan, bir “deli”nin düdüğü ile bir anda düzene giriverdi. Otoriteye sorgulamaksızın saygı duyma özelliğimiz bir delinin düdüğünde somutlaştı. Delimiz herhangi bir sebeple köprüdeki görev yerinde değilse, yine aynı kargaşa yaşanıyor. Ama o varken endişeye gerek yok. Herkes sırasını bekliyor, sırası gelen geçip gidiyor, trafik de tıkanmıyor.

Bir de siz deneyin bakalım. Acaba sizin Türkiye haritanızda en büyük yeri ne alacak?