Lüksemburg’daki Avrupa Birliği zirvesinde Türkiye’nin genişleme süreci dışında bırakılmasından bir gün sonra, geçtiğimiz yıl aralık ayının 17. günü Radikal’de şunları yazmıştım:
“Avrupa Birliği ile ilişkiler Türkiye’nin tarihi bir seçimidir ve bulunduğumuz coğrafyanın bize dayattığı bir kaderdir. Öfke nöbetlerine kapılarak atılan milliyetçi nutuklarla belki geniş halk kitlelerini geçici olarak tatmin edebiliriz ama bunun zararı en çok bize dokunur. Mesut Yılmaz’ın bir politikacı olarak önündeki sınav da işte budur: Hamasi nutuklarla günü idare eden bir politikacı olarak mı tarihe geçecek, yoksa her şart altında ulusunun gerçek çıkarının nerede olduğunu gören ve bunun koşullarını yaratmaya çalışan bir devlet adamı olarak mı?”
Aynı gün Mesut Yılmaz’ı ABD gezisine götüren uçakta ben de vardım. Yılmaz uçak kalktıktan sonra herkese iyi yolculuklar dilerken bana endişelerimin yersiz olduğunu, Türkiye’nin Avrupa’daki haklarının korunması ve bu yanlış kararın geri alınması için gereken her şeyin yapılacağını söylemişti.
Aradan bir yıl geçti. Avrupa Birliği bugün Viyana’da bir zirve toplantısı daha yapacak. Dönem başkanlığı Almanya’ya geçecek.
Bir süredir Türkiye’nin 12. aday ülke olarak genişleme sürecine dahil edilmesi kararının Viyana’daki bu zirvede açıklanması bekleniyordu. Nitekim Fransa ve İngiltere bu konuda Türkiye’nin yanında tavır alıyorlar. Ancak bir yandan geçtiğimiz bir yıl içinde Kopenhag Kriterleri’ne uyma yolunda önemli bir adımın atılmamış olması diğer yandan da Apo’nun iadesi sorunu ve ‘Kürt Konferansı’ önerileri Birlik ile Türkiye’nin arasındaki soğukluğun biraz daha artmasına yol açtı. Yarın başlayacak zirvede Türkiye’nin de genişleme sürecine katılması kararının alınması artık büyük bir sürpriz olacak.
Geçen yıl öngördüğümüz gibi Türkiye koca bir yılı hamasi nutuklar ve milliyetçi jestlerle geçirdi.
Geçen yılki karardan sonra Başbakan Yardımcısı Ecevit’in söylediği soğuk savaştan kalma ‘Yeni bir dünya kurulur’ sözlerinden bir adım ileriye gidemedik. Baktım Ecevit önceki gün hâlâ aynı şeyleri tekrarlıyor.
Kopenhag Kriterleri olarak bilinen ‘adaylık koşulları’ üç kategoriden oluşuyor. Birincisi ‘siyasi koşullar’ olarak tanımlananı: Demokrasiyi güçlendirmek, hukukun üstünlüğünü sağlamak, insan haklarının korunmasını garanti altına alıcı kurumsal ilerlemeler sağlamak.
Türkiye bu koşullarda iyileştirme anlamına gelebilecek tek bir adım bile atamadı. Geçtiğimiz bir yıl içinde bırakın demokrasinin gelişmesini ve düşüncenin suç olmaktan çıkarılmasını sağlamayı, parti kapatmak da dahil olmak üzere ‘sabıka dosyasını’ biraz daha kabarttı.
Kopenhag Kriterleri’nin ikincisi ekonominin Birlik üyeliği ile karşılaşabileceği şiddetli rekabete dayanabilecek düzeye getirilmesi. Geçtiğimiz bir yıl içinde ekonomi alanında vergi yasasından ileri tek bir adım bile atılamadı. Ekonominin yapısal hastalıklarının üzerine gidilemedi. Dünyayı sarsan finansal kriz seyredildi.
Üçüncü kriter ‘mevzuat uyumu’ ile ilgili. Türkiye mevzuatını Avrupa Birliği mevzuatına uydurma yönünde neredeyse hiç adım atmadı. Bir yıl önce neredeysek, bir yıl sonra bugün de aynı yerdeyiz. Cumhurbaşkanı’ndan başka hiçbir Türk yetkilisi Türkiye’nin derdini Avrupa’ya anlatmak için çaba göstermedi.
Bir koca yılı daha boşa geçirdik.