Komplo teorilerini sevenler Mehmet Ali Ağca’nın cezasının affedilerek Türkiye’ye iade edilmesinin altında mutlaka gizli amaçlar arayacaklardır. Bunun Türkiye’yi yeniden karıştırmak için bir araç olarak kullanılmak istendiği düşüncesinin Türkiye’de çok taraftar bulacağına da inanıyorum.
Bu tür iddiaların gerçeklik payı taşıyıp taşımadıklarını bize zaman gösterecek.
Bence Mehmet Ali Ağca’nın Abdi İpekçi suikastındaki mahkûmiyeti nedeniyle sadece 9,5 yıl hapis yatarak çıkacak olmasının yaratabileceği tek bir sonuç var: Türkiye’de adalet duygusu zedelenecek, adalete güven azalacak. Mehmet Ali Ağca’nın sadece ‘kaçmayı başarabildiği için’ yaptığının yanına kâr kaldığı düşüncesini kamuoyunun kafasından silip atmak mümkün olmayacak.
İtalya ve Vatikan açısından bu hareketin izah edilebilir birçok yönü var.
20 yıl hapis yatmış bir müebbet mahkûmun salıverilmesinde İtalyan yasaları açısından bir gariplik yok. Bu sık rastlanan, neredeyse yerleşmiş kabul edilebilecek bir uygulama.
Vatikan da suçluyu daha önce affettiğini zaten açıklamıştı. Bize çok saçma gibi görünen ama Katolik Kilisesi’nin dini inançları açısından önemli ve tartışılmaz kabul edilmesi gereken ‘Fatıma’nın Üç Sırrı’ öyküsünün de bu afta önemli bir yeri var.
Dolayısıyla İpekçi’nin katilinin Türkiye’ye iade edilmesinin altında çok fazla karışık ilişki aramanın bir anlamı yok.
Artık, Ağca’nın iadesinin ardından yeniden gündeme gelen ‘İpekçi’nin katline kimler karar verdi, kimler Ağca ve ekibini kullandı, kimler kaçmalarını sağladı, onları devlet katında kimler korudu?’ sorularının tartışılması, her türlü komplo teorisinden daha büyük önem taşıyor.
Susurluk kazasıyla yakayı ele veren ‘Türk gladiosunun’ bu işlerdeki rolünün tartışılması ve yeniden bir yargılama sürecinin başlatılması yerinde olacaktır.
Elbette Ağca’nın ve öteki sanıkların kesinleşmiş bir mahkeme kararı ortada dururken yeniden yargılanabilmeleri hukuken mümkün değil. Ancak o mahkemenin araştırmadığı, ortaya çıkarmadığı esas faillerin bulunması için, şimdi yürekli bir savcının ortaya çıkmasını beklemek zorundayız.
Yalçın Özbey’in Almanya’da tutuklu bulunduğu sırada neden bir hâkim tarafından sorgulanmadığını, bunun hangi güçlerce engellendiğini öğrenmek hakkımız. Aynı şekilde Özbey’i sorgulama işinin MİT’e bırakılması kararını kimin aldığını da öğrenmeliyiz. Özbey’i sorgulayan MİT mensuplarının neden soruşturma tutanağını yok ettiklerini, nasıl olup da böyle önemli bir sorguda söylenenleri ‘hiç hatırlamadıklarını’ da öğrenmeliyiz. Bu ‘geçici hafıza kaybı’na yol açan sebeplerin neler olduğunu bilmeliyiz.
Bütün bu izlerin bizi yeniden Susurluk Çetesi’nin hâlâ yargılanamayan elebaşlarına götüreceğine hiç kuşkum yok.
Dediğim gibi şimdi tek ihtiyacımız dosyayı yeniden ele alacak bir yürekli savcı. Çok mu hayalciyim dersiniz?