Esad'ı iyi bilmezdik
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in ilk dış gezisini Suriye diktatörünün ölümü üzerine yapması bir talihsizlik oldu.
İlk bakışta bu gezinin Türkiye-Suriye ilişkilerinin normalleşmesi açısından bir fırsat olduğu düşünülebilir. Elbette Suriye ile gerginliğin sürmesi Türkiye’nin ne kısa vadeli ne de uzun vadeli çıkarları ile bağdaşmıyor. Güney komşumuzun, Türkiye’ye bakışını ‘iyi komşuluk’ sınırları içine çekmek, hatta bunun da ötesinde Ortadoğu’da kalıcı bir barışın kurulması için bu ilişkinin çerçevesini genişletmek gerekiyor.
Ancak bunu sağlamak için gerekli adımları atarken dikkati ve ihtiyatı da elden bırakmamak gerekiyor.
Esad’ın temellerini attığı ve kurumsallaştırdığı Suriye politikasının bundan böyle oğlunun kişiliğinde devam edeceğini varsaymak gerekiyor.
Suriye’deki iktidar mücadelesinin bugüne kadar yürütülüş şekline bakarak bundan sonra da nasıl sürdürüleceğini tahmin edebilmek zor değil.
Nitekim sürgündeki ‘amca’ Rifat Esad’ın meşru liderin kendisi olduğu yolundaki açıklamalarına, Başar’ın ölüm tehdidiyle yanıt verdiği iddiaları Suriye’de taşların daha uzun süre yerine oturmayacağını gösteriyor.
Taşların oturmayacağını gösterdiği gibi Suriye’de demokratik bir gelişme için çok hevesli olunmaması gerektiğinin altını da çiziyor.
Bu açıdan bakınca Türkiye’nin cenazede en üst düzeyde temsil edilmesini izah etmek kolay değil. Fransa dışındaki öteki Avrupa Birliği ülkeleri gibi bu temsil Dışişleri Bakanı düzeyinde gerçekleşmeliydi.
Öte yandan Esad, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra hüküm süren diktatörler arasındaki en kanlı isimlerden biriydi.
On binlerce rejim muhalifinin öldürülmesinden, bir kent halkının (Hama) bir ay süreyle sistematik bir katliama uğramasından birinci derecede sorumluydu. Elinde sadece Suriye vatandaşlarının kanı yoktu. Bizzat Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları da Esad’ın korkuya dayanan rejiminin sürdürülmesine kurban edildiler. PKK’nın Esad’ın himayesinde nasıl yaşadığını, geliştiğini ve faaliyet sürdürdüğünü unutamayız.
Evet, Esad, Suriye’nin Devlet Başkanı’ydı ama meşruiyeti de en az korku dolu mutlakiyetçi rejimi kadar tartışmalıydı. İnsani açıdan asla meşru değildi.
Onun cenazesinde ‘merhumu iyi bilirdik’ demek Türkiye Cumhuriyeti’nin en üst makamının işi olmamalıydı; dini gelenekler böyle olsa da ‘merhumu iyi bilmezdik’.
Yapılması gereken iş Suriye’nin yeni diktatörünün önce niyetinin ne olduğunu anlamak, iyi niyetinden emin olduktan sonra bir baş sağlığı ziyareti yapmak olabilirdi.
“Esad’ın ölümü Suriye için büyük kayıptır” demek Türkiye Cumhurbaşkanı’na düşmemeliydi.