Eski Refah’lı belediyelerin yapmak için can attıkları ancak kamuoyunun tepkisinden çekindikleri için uzak durdukları bir işi şimdi İstanbul Emniyeti yapıyor.
Emniyet güçlerinin ‘huzuru sağlama’ görevleri İstanbul’da uygulandığı tarzıyla bütün bir kentin gece hayatının öldürülmesi projesine dönüşmüş bulunuyor.
Elbette şuna kimsenin itirazı olamaz: 18 yaşından küçüklerin alkollü içki satılan eğlence yerlerine alınmamaları gerekiyor. Uyuşturucu ile mücadelede eğlence yerlerinin titizlikle gözetim altında tutulmaları gerekiyor. Eğlence yerlerinin ses düzeni çevrede yaşayanların huzurlarını kaçırmamalı. Sadece ses düzeni değil, eğlence yerlerinin kapılarında görev yapanlar da aynı şekilde çevrenin huzurunu bozmamalı. Eğlence yerleri trafiğin genel akışını aksatmamalı.
Ancak bütün bunları sağlamanın yolu da gece yarısı eğlence yerlerinin polis ekiplerince basılarak herkese suçlu muamelesi yapmaktan geçmemeli.
İstanbul dünyada benzerine çok ender rastlanan türden bir ‘eğlence kenti’. Batı’nın birçok metropolüyle kıyaslanmayacak kadar geniş ve her keseye uygun eğlence alternatifleri sunan bir kent İstanbul. Kentin bu ‘doğası’nın, sadece turizm açısından değil, kentin yerleşik ahalisi açısından da, en az kentin tarihi dokusu ve tabiat güzellikleri kadar korunmaya muhtaç olduğu akılda tutulmalı.
Ses kirliliğinin önlenmesinin polis baskınları dışında birçok yolu var: Açık eğlence yerlerinin hoparlörlerini dışarıya değil içeriye çevirmeleri, sahildekilerin deniz kıyısına sesin karşı yakaya gitmesini engelleyecek doğal engeller (ağaçlar, ses kesici perdeler, hatta kıyıya bağlanacak büyükçe bir tekne) koymaları, gürültü belli bir yüksekliğe ulaşınca sesi kesecek mekanizmaların tesisatlara konması vs…
Trafik akışını engelleyen en önemli etken eğlence yerlerine gelenlerin kapıya kadar kendi otomobilleriyle gelmek istemeleri. Bunu önlemenin bir sürü yolu var: Kentin ana yollarında uygulanacak sıkı bir alkol kontrolü, alkollü araç kullananlara müsamaha gösterilmemesi ve eğlence yerlerindeki ‘vale parking’ uygulamasının kesin olarak yasaklanması bir yol olabilir. Bunlar sıkı takip edilirlerse eğlence yerlerine insanlar taksi ya da öteki kamu ulaşım araçlarıyla gelmek zorunda kalırlar ve trafik akışı kolaylıkla sağlanabilir.
Ben Boğaz’da yaşıyorum. Bu lüksümden vazgeçmememin çeşitli maliyetleri var elbette. Bu sadece daha yüksek maliyetlere katlanmak da değil. İstanbul’un öteki semtlerinde oturanların da Boğaz’dan yararlanma hakları var ve onların oluşturduğu uzun araç kuyruklarına katlanmak da bir maliyet. Evimin çevresindeki eğlence yerleri ve lokantalar bu kentin insanlarına hizmet veriyor. Onlardan çok gürültü yapmayarak, otomobillerini evimin sokağını kapatmayacak şekilde park etmelerini isteyerek benim haklarıma saygılı olmalarını bekliyorum ama aynı şekilde ben de onların kendi işlerini özgürce yapmalarına ve hemşerilerimin eğlenme haklarına saygı göstermek zorundayım.
Bu konuda alınabilecek bin tane ‘demokratik’ tedbir dururken, huzuru sağlamanın tek yolu olarak polis baskınları ve sıkıyönetim uygulamalarının tercih edilmesi kentin en önemli özelliklerinden birisini yok etmek anlamına geliyor.
Emniyet güçleri, herkesin huzur içinde yaşamasından sorumlu oldukları kadar herkesin huzur içinde eğlenme hakkını korumaktan da sorumlu olduklarını unutmamalılar.