Bilmiyorum, İzmir Hayvanat Bahçesi’nde son günlerde meydana gelen olaylar dikkatinizi çekti mi?
İstanbul’daki bir sirk yangınından kurtarılıp İzmir’deki Hayvanat Bahçesi’ne gönderilen Volga isimli bir suaygırı ziyaretçilerin taşlı, sopalı saldırısına uğradı.
Kimliği belirlenemeyen kişiler Volga’ya nereden buldukları anlaşılamayan parke taşları attılar. Bir demir çubukla gözünü çıkarmaya çalıştılar. Görevliler kendisini bulduğunda zavallı Volga can çekişiyordu.
Bahçe’nin yöneticisi Veteriner Hüseyin Olgun, bir zamanlar insanlara son derece alışkın olan hayvanın artık insanlara güvenmediğini, yanına kimseyi yaklaştırmak istemediğini söylüyor.
Bu olay İzmir Hayvanat Bahçesi’nde ilk kez rastlanan bir şey değil. Daha önce de bahçedeki hayvanlardan bazıları insanlardan kaynaklanan şiddete maruz kalmışlar.
Bir aslana içinde jilet olan bir sandviç yedirilmiş. Midesi parçalanan ‘ormanlar kralı’ zor kurtulmuş. İçine iğne konulmuş yiyecek verilen bir maymun onun kadar şanslı değilmiş, kurtarılamamış. Bir geyiğin boynuzları kırılmış.
Doğal ortamlarından koparılan vahşi hayvanların kafeslerin ardına kapatılarak sergilenmesinde öteden beri ‘gayri insani’ bir yön bulurum.
Daracık alanlarda, alışmadıkları iklim ve tabiat koşulları altında yaşamaya zorlanan hayvanlar üremeyi reddederek ya da tamamiyle kendi içlerine kapanarak bu durumu sessizce protesto ederler, ama ellerinden de başka bir şey gelmez.
Çağdaş toplumlar, hayvanat bahçelerinin bu yönünü insani açıdan ‘katlanılabilir’ kılmak için değişik yöntemler kullanıyorlar.
Kimisi ‘Animal Kingdom’daki gibi büyük bir bahçe içinde hayvanların serbestçe dolaşabileceği ‘doğal ortamlar’ yaratıyor. Bir bölümü kapalı kafesler içinde de olsalar, çevrenin mümkün olduğu kadar hayvanın doğal ortamına uygun olmasını sağlamaya çalışıyorlar.
Hepsi aslında varlığını bir tek şeye adamış görünüyor: Dünyanın çeşitli yerlerindeki doğal hayatı korumak, yeni yetişen nesillere hayvan ve çevre sevgisi vermek, doğal hayatı korumanın önemini herkese anlatmak.
İzmir Hayvanat Bahçesi olayı açıkça söylemek gerekirse bizim ‘çağdaş bir toplum’ olmaktan daha hâlâ çok uzakta olduğumuzu gösteren bir örnek.
İçimizde taşıdığımız ve birbirimize kusmak için fırsat kolladığımız şiddet histerimizin kontrol edilemediğini ve çaresiz hayvanlara kadar uzandığını gösteren bir örnek olay.
Zavallı Volga’ya saldıranların kimler olduğunu hiç merak etmiyorum. Onları her gün yakın çevremizde, sokaklarda görüyoruz.
En ufak bir anlaşmazlıkta sıkılan yumruklar hiçbirimizin yabancısı değil. Ağza alınmayacak küfürlerle birbirine horozlanan, basit hataları bile bir kavga vesilesi sayan insanlarımız var…
Yaya geçidinde bir yaşlı kadına, çocuklu bir insana yol verdiğiniz zaman arkanızdan korna çalanlar da onlar, altlarındaki arabanın gücü arttıkça saldırganlık dereceleri artanlar da onlar.
Toplum olarak gücümüzün yeteceğine inandığımız her ortamda ve her fırsatta şiddete başvurmaktan çekinmiyoruz.
Hiçbir insani değerimiz kalmamış sanki. Sadece güce tapıyor, şiddeti alkışlıyoruz.
Şiddet tutkusu, kimliğimizin artık ayrılmaz bir parçası haline gelmiş.
Yeni bir yüzyıla girerken yapmamız gereken çok şey var. Ama her şeyden önce artık ‘Türk kimliğini’ tartışmamız ve yeni bir Türk kimliği yaratmamız gerektiğine inanıyorum.
Biz kimiz, neden böyle olduk, hayattan ne bekliyoruz, neden bir zamanlar hoşgörümüzle övünürken şimdi bunu enayilik olarak görüyoruz, şiddet neden hayatımızın her alanına hâkim? Nerede hata yaptık?