Bu kadar yer gördüm!
Cumhurbaşkanı’nın yıldırım Filipinler gezisi sırasında kendim için resmi programdan beş saatliğine kaytarıp bir taksi ile Manila sokaklarını dolaştım.
O gün Filipinler’de Marcos’un bir halk ayaklanması sonucunda iktidardan uzaklaştırılmasının yıldönümüydü.
İşyerleri tatil olduğu için otomobili olan herkes yollardaydı. Bizde de son yıllarda adet olduğu gibi, alışveriş yapmadan alışveriş merkezlerini dolaşmak şeklindeki dar gelirli eğlencesi Manila’da da revaçtaydı. Bu yüzden alışveriş merkezlerine giden yollar ve merkezlerin çevresinde inanılmaz bir trafik vardı.
Filipinler trafiğinin kaosu, üst geçitler yapılmadan önceki bizim Topkapı trafiğine benziyordu. Ama haksızlık etmemek gerek o kaos içinde bile herkes birbirine saygılıydı, kimse kimsenin döneceği yolu kapatmamaya çalışıyordu. Korna çalınmıyor, herkes hakkına ve sırasına razı oluyor, trafiğin akan şeritleri o şeridi kullanması gerekmeyenler tarafından işgal edilip trafik kilitlenmiyordu.
Hayatta en nefret ettiğim laflardan bir tanesi şudur: O kadar yer gördüm, dünyanın hiçbir yerinde bu bizdeki gibi (bir şey) görmedim. Ama ne kadar nefret etsem de söylemeden edemeyeceğim. Bırakın dünyanın medeni köşelerini, Filipinler’de bile trafikte insanların birbirlerine Türkiye’deki kadar saygısız ve tahammülsüz olduğuna rastlamadım.
Bizim gazetenin bulunduğu bölgede iki kontrolsüz kavşak var. Özellikle sabah ve akşam saatlerinde bu iki kavşakta da trafik kilitleniyor. İnsanlar otomobillerinin içinde dakikalar boyunca kımıldayamadan beklemek zorunda kalıyorlar. Trafiğin uzun süre kilitli kalmasının tek bir sebebi var: İnsanlar, kontrolsüz kavşakları ilk girenin kullanmasını söyleyen temel trafik bilgisinden habersizler. Gerçi hepsi ehliyet sınavına girerken bunu öğreniyorlar ama otomobillerinin direksiyonuna oturunca bir gizli güç hepsinin hafızasından bu temel bilgiyi siliyor. Herkes karşısındakine yol vermeden, kavşağı kendisi kullanmakta ısrarlı olduğu için, bir süre sonra tüm şeritler tıkanıyor, hiçbir aracın hareket etmesine izin vermeyen bir kördüğüm ortaya çıkıyor. Taa ki bir polis gelene, ya da otomobillerde oturanlardan birisi sıkılıp fahri trafik görevlisi olarak olaya el koyana kadar… Yol ancak bundan sonra açılıyor, herkes istediği yere gidebiliyor.
Bizim kavşağı kullananlar genellikle otobüs, kamyon, minibüs, kamyonet şoförleri gibi nispeten eğitimsiz kişiler. Ancak aynı durum gelir ve eğitim seviyesinin daha yüksek olduğu Etiler’deki kavşakta da, Levent’te de, Ortaköy’de de tekrarlanıyor.
Demek ki bu davranışın ait olunan sosyal sınıfla, eğitimle, gelir düzeyiyle bir ilgisi yok.
Kimse kimsenin hakkına saygı göstermiyor, yağmur altında ıslanan yayalara yol vermiyor, hatta yaya geçidinde durmak gafletinde bulunanlara arkalarındaki otomobillerden kornalı protestolar yapılıyor, yol kenarında biriken sulara dikkat etmiyor, önündeki trafiğin tıkalı olduğunu gördüğü halde otomobilinin burnunu sokup yan yollara girecek ya da bu yollardan çıkacak olanlara engel oluyor.
Bunun, üzerinde gerçekten ciddiyetle durulması gereken bir toplumsal davranış bozukluğu olduğunu düşünüyorum. Ne oldu da biz Türkler sadece kendisini düşünen, başkalarının haklarına saygı göstermeyen insanlar haline geldik? Neden ‘gemisini kurtaran kaptan’ sözü bir ulusal motto haline geldi? Nerede yanlış yaptık?