Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

İstanbul güme gitmesin

Gazetedeki odam İstanbul’un en yeni semtlerinden birinin, Bağcılar’ın panoramik bir görüntüsüne hâkim.

‘Yeni semt’ deyişim aslında lafın gelişi. Yeniliği sadece semtin gelişmesinin ikinci köprü çevre yollarının yapılmasına dayanıyor olmasında. Yoksa, ne hiçbiri sıvanmamış, kırmızı tuğlalarıyla çırılçıplak kargacık burgacık binaların ne de binaların üstünde yeni bir kat çıkmaya hazırlık olarak bırakılmış ‘filiz’lerin yeni bir tarafı yok.
Türkiye’nin gelişen bütün kentlerinde gördüğümüz, görebileceğimiz bir manzara.
Atlas Dergisi’nin Ocak 1999 tarihli İstanbul Özel Sayısı’nda İtalyan mimar ve Akdeniz-Afrika edebiyatları uzmanı Egi Volterrani’nin de bir yazısı var. (Yeri gelmişken belirteyim, bu sayı hâlâ piyasada bulunabiliyorsa ve İstanbul’a benim gibi ‘aşk’la bağlıysanız kitaplığınızda bir tane bulundurmanızı öneririm.)
Volterrani’nin İstanbul izlenimlerini anlattığı yazısı bir mimarın olduğu kadar bir Akdeniz kültürleri uzmanının da kentimize bakışını yansıtıyor.
Aşağıdaki satırları Volterrani’nin yazısından aldım:
“Sanırım, büyük metropoller arasında İstanbul tanınması ve anlaşılması en güç olanı. Büyük bir olasılıkla, yarım yüzyılda nüfusu ikiye katlandığı için, İstanbul’da oturanlar için bile şehir bilinmesi olanaksız ve gizemli bir yer haline gelmiş. Para kazanmak, iyi bir iş bulmak için Doğu Anadolu’dan gelenlerin ufku, tarihi şehirden son derece uzaktaki yeni yerleşim bölgesiyle, özlemleri ise daha uzaktaki memleketleriyle sınırlı.”
Dün CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Adnan Polat, danışmanları ile birlikte gazetemizi ziyaret etti. Nedense odama giren herkes Bağcılar’ın yukarıda sözünü ettiğim manzarası ile karşılaşınca büyülenmiş gibi cama yapışıp kalıyor. Belki benzerlerine sadece Amerika’nın büyük kentlerinde rastlanabilecek bir mimariye ve dekorasyona sahip bir binada, kapıyı açtıklarında böyle bir manzarayla karşılaşabileceklerini tahmin etmedikleri için, belki de Volterrani’nin sözünü ettiği ‘gizem’in büyüsüne kapıldıkları için…
Bu kez kapıyı açıp cama yönelen ziyaretçi yaklaşan seçimlerin Belediye Başkanı adayı olduğu için konuşmalar da bu ‘yeni kent’ görüntüsü üzerine oldu. Milyonlarca insanın yaşadığı bu semtlerin, kimsenin canını yakmadan nasıl olup da ‘bir modern kente yakışır hale getirilebileceği’ konuşuldu.
Bence işin sırrı Volterrani’nin hüküm cümlesinde yatıyor. Bu semtlerde oturanlar için buralar sadece barınma ihtiyacını karşılamaktan başka bir şey ifade etmiyor. Özlemleri aslında geldikleri yere, memleketlerine dönük. Onlara memleketlerinin artık burası olduğunu anlatabilmeyi başardığımızda, onların da kendileri ve kentleri için daha çok şey istemeye başlayacaklarını göreceğiz.
Adnan Polat’ın seçim kampanyasının temelini de bir bakıma bu oluşturuyor. Polat, kenti içinde yaşayanlarla birlikte yönetebileceğini düşünüyor, hemşerilerimizi bu yeni yönetim biçiminin içinde yer almaya davet ediyor.
Bu yazı bir belediye başkan adayının seçim kampanyasını anlatmayı hedeflemiyor. Adayların şehrimiz için neler düşündükleri seçim sürecinde ortaya çıktıkça buna da eğileceğiz elbette.
Onun için bugün sadece bir endişemi vurgulamak istiyorum. Öyle görünüyor ki, yerel seçimlerle genel seçimlerin bir arada yapılıyor olması nedeniyle seçmenlerin dikkati büyük ölçüde Ankara’da merkezi yönetimin nasıl belirleneceğinde yoğunlaşacak. Yerel seçim adaylarının planları ve düşünceleri genel seçimin gölgesinde kalacak, belki de hiç duyulmayacak..
Bu yaşadığımız kentlerin geleceği için ciddi bir tehlike. Herkes elbette yaşadığı kenti düşünüyor, ben de İstanbul’u düşünüyorum. Sorunları saymakla bitmeyecek metropolümüzü önümüzdeki beş sene yönetecek kişiyi seçerken kendimizi ‘genel seçim propagandasının yaratacağı parazitten’ koruyamayacağımızdan endişe ediyorum. İstanbul’un bu seçimde de güme gitmesinden korkuyorum.