Ben gazeteciliğe Yankı Dergisi’nde Mehmet Ali Kışlalı’nın yanında başladım. Ve meslek hayatımın çok uzun bir bölümünü bu başlangıçtan kaynaklanan sebeplerle olsa gerek dergicilikte geçirdim.
Kışlalı’nın Yankı’sı bir avuç hevesli ve yetenekli gencin sadece gazetecilik heyecanı duyarak çalıştığı, para kazanmanın pek önemsenmediği (zaten nasıl olabilirdi ki?) bir okul gibiydi. Aralarında ben de olduğum için kendimi övüyor gibi olmayayım, ama bugün Türk basınında yakından tanıdığınız birçok isim orada yetişti: Ertuğrul Özkök, Avni Özgürel, Can Dündar, Zülfikar Doğan, Ömer Tarkan, Fikret Bila ve isimlerini anmadığım için bana kızacak birçok ünlü gazeteci arkadaşım…
Yankı okuyucusunun eline pazartesi günleri ulaşırdı ama gazetelerin ve ajansların Ankara bürolarına pazar gününden dağıtılırdı. Amaç, Yankı’nın kendine özgü üslubu ile derlediği haberlerin ve söyleşilerin gazetelere de yansımasını sağlamaktı.
Nitekim pazartesi sabahı en büyük zevkimiz gazetelerdeki hangi haberin Yankı’dan alındığını bulmaktı. Gazetelere Yankı’dan aktarılan haberlerin kupürleri ertesi sayı ‘Yankı’nın yankıları’ başlıklı bir sayfada yayımlanırdı.
Cumhuriyet dışında nedense kimse aldığı haberin Yankı’nın haberi olduğunu belirtme özenini de göstermezdi. Biz gençlerin bir haftalık emeklerinin ürünleri haberin içine sokuşturulan ‘bir dergi’ ibaresinin ardına saklanır, kaynağı bilinmez bir kompleks o derginin hangi dergi olduğunun okuyucu tarafından da bilinmesinin önüne geçerdi.
Bir örnekle anlatmam gerekirse haberlerimiz gazetelere şöyle yansırdı: Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar bir dergiye verdiği demeçte şunları söyledi….
Tek kanallı TRT de gazeteler gibi davranır, haberlerimiz TRT bültenlerinde ‘bir dergide yayımlanan habere göre’ ibaresiyle yer alırdı.
Sanıyorum Kışlalı da bu duruma bizim kadar sinirleniyor olmalıydı ki Yankı’nın bir dönem kullandığı reklam sloganı ‘Bir dergi, Yankı’dır’ şeklindeydi.
Eski anılarımı anlatacak kadar yaşlanmadım. Ama Radikal çıktığından beri kendimi zaman zaman Yankı’da emeklerine haksızlık edilmiş genç gazeteciler gibi görmeme de engel olamıyorum.
Radikal çıkarken eski bildik isimlerden çok, yeni yazarlar bulmaya ve sayfalarını onların köşelerine açmaya çalıştı. Yetenekli çizerlerin cesur çizgilerine yer verdi.
Yeni ve yetenekli yüzlerin okuyucunun ilgisini çektiği Türk basınının büyük bölümü tarafından da kısa sürede keşfedildi. Gazetelerde ve dergilerde sık sık Radikal’in yazarlarıyla, çizerleriyle yapılan röportajlar yayımlanıyor. Ama ilginç olan şu ki o yayınların okuyucuları röportajı yayımlanan yazar ve çizerlerin hangi gazetede çalıştığını o röportajlardan öğrenemiyorlar.
Dünkü Hürriyet’te ‘Kötü Kız’ın çizeri Ramize Erer ile yapılmış bir tam sayfa röportaj yayımlandı. Okurken gurur duyduğumu itiraf etmeliyim. Yetenekli, genç bir çizerin emeklerinin hak ettiği değeri aldığını görmenin verdiği bir gurur bu.
Röportajın beş ayrı yerinde ‘gazete okuyucusu’, ‘gazetede yayımlanan’, ‘gazete sayfalarında gördüğünüz’ gibi ibareler var. Ama bir tek yerinde bile o gazetenin Radikal olduğu yazılmamış. Dediğim gibi bu ilk değil. Hep böyle oluyor. Sanki cami avlusunda bulunmuş bir yazar ya da çizerden söz ediliyor gibi…
Düşünüyorum düşünüyorum sebebini bulamıyorum. Acaba bizlere ilk gün öğretilen gezeteciliğin şu meşhur ‘5 W’ kuralı değişti de benim mi haberim yok? What, when, why, who… where!