RADİKAL

Çırpınırdın Karadeniz

Bugün içinizi sıkmamaya kararlıyım. Aslında gündem o kadar yoğun ki, bunca haberin arasında yazacak başka bir şey bulamadın mı diye düşünenler de olacaktır, eminim.
Erol Evcil’in bir yıldır Bursa’da saklandığını, vali ve emniyet müdürü değişir değişmez yakayı ele verdiğini yazabilirdim aslında.

Bir ucuyla Susurluk’a, diğer ucuyla politikacı-mafya-iş adamı üçgenine dokunan bir yazı olurdu bu. Ama eminim canınızı sıkardı. Cumhuriyet’in 76. doğum gününü böyle haberlerle mi kutlamalıydık diye düşünürdünüz.
7 gencin katilinin affı için kapalı kapılar ardında yürütülen pazarlığı da yazabilirdim. MHP’nin bu af için neden bu kadar istekli olduğunu sorar, RP’lilerin Recep Tayyip Erdoğan’ın affı amacına ulaşmak için her yolu mübah gördüklerinin altını çizebilirdim.
Bunu da yapmayacağım. Cumhuriyet’in 76. yıldönümünde, katillerin aramızda serbestçe dolaşması için bazı insanların neden bu kadar kendilerini paraladıklarını yazıp, sıkıntılarınıza sıkıntı katmayacağım.
Bugün bütün bunları bir yana bırakıp biraz gülelim istiyorum. Böyle olunca da kaçınılmaz olarak Karadeniz kıyılarına kadar uzanmamız gerekiyor. Biliyorsunuz iki hafta önce yine Fenerbahçe’nin peşinde Trabzon’a kadar gittim. Karadenizli gazeteci arkadaşlarla maç saatini beklerken mecburen balık yedik, rakı içtik. Ve konu döndü dolaştı Temel’e geldi.. Aklımda kalanları aktarıyorum…
Önce gerçek-yaşanmış öyküler:
Bir gazetemizin Trabzon temsilcisi İngiltere vizesi için form dolduruyor. İngilizce bildiği için soruları hızla yanıtlıyor. ‘Name, surname, adress, birthday, birth-place’ derken sıra cinsiyete geliyor: ‘Sex?’ Gazeteci arkadaşımız yanıtlıyor: Yes, please..
Yine Trabzonlu gazeteci arkadaşlarımızdan biri okul aile birliği toplantısına gidiyor. Toplantının sonunda velilerle ilgili bir bilgi dosyası oluşturmak amacıyla herkese doldurulması için bir form dağıtılıyor. Adı, soyadı, çocuğunun adı… Arkadaşımız hepsini güzelce dolduruyor ve bir alttaki soruya geçiyor: Medeni Durumunuz? Yanıt yazılıyor: İdare eder!
Fanatik ekibi Trabzonspor maçı için uçakla İstanbul’a geliyor. Uçaktan inen yolcular kendilerini terminale götürecek otobüse biniyorlar, bir kişi hariç… Yaşlıca bir kadın otobüse binmemek için ısrar ediyor. Zorla ikna ediliyor ve kadıncağız otobüse biniyor. Gazeteciler biraz da mesleki merakla kadına soruyorlar: “Ne oldu teyze, neden otobüse binmek istemedin?” Kadın yanıtlıyor: “Oğlum uçaktan iner inmez gelip seni alacağım dedi, ama bekletmediler…”
Internet imkânlarının henüz kullanılmadığı, bilinmediği günler. Üniversite sınav sonuçları için herkes sonuçların açıklandığı gün gazete bürolarındaki tanıdıklarını arayarak çocuğunun durumunu öğrenmeye çalışıyor.. Tesadüf bu ya, büroda görevli gazetecilerden birinin oğlu da sınava girmiş ve üniversiteyi kazanmış. Çocuk haberi alır almaz sevinç içinde büroya geliyor. Kutlama sürerken gazeteci arkadaşlardan biri merak edip soruyor: Hangi okulu kazandın? Çocuk yanıtlıyor: Bilkent Uluslararası İlişkiler.. Gazeteci bilgiç bilgiç başını sallıyor: Anladım, nakliyat işi..
Bir de fıkra: Bir İngiliz, bir Amerikalı ve Temel, eşleriyle birlikte gittikleri bir tatil köyünde kahvaltıda aynı masaya düşmüşler. Kahvaltı sırasında İngiliz eşine sesleniyor: “Bana şekeri uzatabilir misin, şekerim?” Biraz sonra Amerikalı eşine dönüyor: “Balım, balı alabilir miyim?” Temel bu kibarlık karşısında altta kalmamaya karar veriyor. Gözüyle masayı tarıyor, eşine sesleniyor: “Kahveme biraz süt koyar mısın ineğim?”