Cumhurbaşkanı’nın başlattığı ama nedense Türkiye’de çok az kişinin ilgisini çeken sistem tartışmasının üzerinde önemle durulması gereken unsurlarından birisi de seçim sistemi ile ilgili.
Toplumumuzda en çok taraftar bulan öneri, Fransa’da bugün uygulanana benzer iki turlu dar bölge çoğunluk sistemine yönelmek.
Ülkemizde siyaset çok parçalanmış bir yapı gösteriyor. Çoğu zaman siyasal görüş ayrılıklarından çok kişisel nedenlere dayanan bir parçalanmışlık söz konusu. Bu parçalanma şu anda geçerli seçim sisteminin özellikleri nedeniyle parlamentoda tek başına bir partinin iktidar oluşturabileceği bir çoğunluğa erişmesini engelliyor.
Sorunu sadece ‘güçlü bir iktidar’ olarak ortaya koyarsak varacağımız sonucun böyle olması kaçınılmaz. Ama hep dediğim gibi ulaşmak istediğimiz şey gerçek bir istikrarsa aramamız gereken şey sadece demokrasidir. Toplumdaki tüm siyasal görüşlerin kendisini Meclis’te ağırlıkları oranında temsil etmelerine olanak sağlamaktır.
Çoğunluk sistemlerinin Batı’nın birçok ülkesinde terk edilmesinin ve çeşitli nispi temsil sistemlerinin araştırılmasının nedeni de budur.
Meclis’in meşruiyeti ve gücü “temsil yetkisinde” aranmalıdır. Toplumun tümünü temsil etmeyen bir Meclis’ten güçlü bir iktidar çıkabilir, ama gerçek bir istikrar asla çıkamaz.
Çoğunluk sisteminin en büyük avantajı aynı zamanda en büyük dezavantajını oluşturuyor. Sistemin basit çoğunluğa dayalı ve azınlığa temsil imkânı vermeyen yapısı bir çok siyaset bilimci tarafından ‘gayrı ahlaki’ bulunuyor.
Dar bölge çoğunluk sistemi adayların halkla yakınlaşmasını sağlıyor ve partilerin adaylar üzerindeki etkisini azaltıyor, ama sistem bünyesinde büyük bir adaletsizlik de taşıyor.
Büyük Britanya’da 1974 seçimlerinde bir milletvekili seçmek için İşçi Partisi’nin 35 bin 915, Muhafazakâr Parti’nin 37 bin 771, Liberal Parti’nin 411 bin 288 oy alması gerekiyordu.
1954’le Türkiye’de DP oyların yüzde 58’i ile sandalyelerin yüzde 93’ünü kazanmıştı. Fransa’da da iki turlu dar bölge çoğunluk sistemi benzer hatalı sonuçlar verdi. Komünist Parti 1,5 milyon oyla 72 milletvekili çıkarırken, sosyalistler 100 bin daha az oyla 106 milletvekili çıkarmışlardı.
Zannedildiğinin aksine çoğunluk sistemi bugünkü siyasal parti liderlerinin bizde yarattığına benzer hanedanlıkların yaratılmasını da önlemeye yetmemişti. Jean Marie Cotteret ve Claude Emeri il genel meclisi ve belediye meclisi düzeyinde bugün bile devam eden hanedanlıkların oluştuğunu yazıyorlar. Oğul ya da dul karısı, baba ya da rahmetli eşin yerini almaya devam ediyor.
Çoğunluk sistemlerinin yarattığı sakıncaları 1899’da Victor d’Hondt isimli Belçikalı bir matematik profesörünün bulduğu nispi temsil sistemi giderdi. 1960’tan sonra Türkiye’de de uygulanan, ülke çapındaki artık oyları da değerlendiren ve her siyasi hareketi gücü oranında Meclis’e taşıyan sistem, Anayasa Mahkemesi’nin bir sürprizi neticesinde ‘barajsız’ d’Hondt sistemiydi.
Bugün tekrar aynı sisteme dönülmesini öneriyor değilim. Bu neredeyse 50 yılı geçen çok partili demokratik sistemimizin bize öğrettiği dersleri dikkate almamak olur.
Üzerinde kafa yormamız gereken şey, demokrasinin sınırlarını genişletecek ve her görüşe ağırlığı oranında temsil imkânı sağlayacak bir seçim sistemi bulabilmektir. TÜSİAD’ın bu konuda yaptığı çalışmalar var. Ne yazık ki sadece günü kurtarma heveslisi siyasi partilerimizde benzer bir çaba görülmüyor.
