RADİKAL

Dante cehenneminden kaçış

 Son Milli Güvenlik Kurulu toplantısından bir gün önceydi. Necmettin Erbakan’ın, DYP’li Milli Eğitim Bakanı tarafından hazırlanan ‘kesintisiz 8 yıllık temel eğitim’ tasarısını imzalayıp imzalamayacağı merakla bekleniyordu.

DYP tarafından sızdırılan haberler Erbakan’ın tasarıyı imzalamaması halinde MGK toplantısı öncesinde koalisyonun bozulacağı yolundaydı.

Bu gergin bekleyiş içinde Tansu Çiller, Necmettin Erbakan ile buluştu.

Tüm gazeteciler nefeslerini tutmuş toplantının sonunu bekliyorlardı. Çiller toplantıdan hiçbir açıklama yapmadan ayrıldı. Ne söyleyeceği merakla beklenirken hiç kimsenin beklemediği şeyi yaptı, eşini koluna taktı ve şu sıralarda sinemalarda gösterilmekte olan Dante Yanardağı filmine gitti.

Film, bilgisayar teknolojisindeki gelişmelerin ardından dehşet filmlerini yeniden keşfeden Hollywood’un son gözdelerinden biriydi.

İzleyiciyi oturduğu rahat koltuktan alıp bir yanardağın cehennemi andıran kraterine sokuyordu. Normal şartlar altında çekilmesine imkân olmayan sahneler bilgisayarlarla canlandırılıyor, izleyicinin kendisini kızgın lavların tam ortasında hissetmesi sağlanıyordu.

Dante Yanardağı’nın patlama süreci sanki günümüzdeki Türkiye’yi anlatıyordu.

Her şey, herkesin gözü önünde cereyan ediyordu. Sürpriz yoktu. Yanardağın patlamak üzere olduğu bilindiği halde hiçbir önlem alınmamıştı. İnsanlar garip bir tevekkülle ‘belki de patlamaz’ inancına sığınmışlardı.

Ama patladı. Lavlar önlerine gelen her şeyi yakıp yok ederken filmin kahramanları olan adam ve kadın ile iki çocukları bir helikoptere atlayıp kaçmayı başardılar. Arkalarında bıraktıkları, yanmış, yıkılmış bir kasabaydı.

Tansu Çiller’in bu filmi izlerken en çok hangi sahneden etkilendiğini elbette bilemiyorum.

Bu nedenle bir tahmin yürütmeye çalışacağım.

Sanıyorum Çiller’i etkileyen şey geleceği açıkça belli olan bir tehlikeye karşı insanların bu kadar duyarsız kalmaları değildi.

Bu zaten biz Türklerin ulusal özelliği artık. Hiçbirimizi etkilemeyen bir şeyin Amerika’da da okumuş olsa Tansu Çiller’i etkilemesini beklemek doğru olmaz diye düşünüyorum.

Bu güne kadar davranışlarına hâkim olan genel çizgiye bakılırsa o da diğer Türkler gibi ‘geliyorum’ diyen tehlikeleri pek önemsemiyor, dikkate almıyor. Eğer filmin bu yönünden kendine bir ders çıkarmış olsaydı, zaten filmden çıkar, MGK toplantısından önce koalisyonu bozduğunu açıklar, kendisini de bizleri de bu garip hükümetten kurtarırdı. Böyle bir davranış göstermediğine göre demek ki film bu yönüyle Çiller’i pek de etkilememiş.

Bana kalırsa bu filmde Çiller’i etkileyen sahne filmin sonu olmalı. Hani adam ve kadının yanlarına iki çocuklarını da alıp arkalarında yanmış, yıkılmış bir kasaba bırakarak helikopterle kaçtıkları sahne…
Bugüne kadar yaptıklarına bakılırsa bu cehennemden de başka türlü kurtulamayacaklarını düşünüyor insan.

İşin kötü tarafı, kaçmak için her şeyin yanmasını ve yıkılmasını bekleyecek olmaları.

Acaba diyorum, onlara bu cehennemi yarattıkları için bir daha suçlanmayacakları teminatını versek, bırakıp gitmelerini sağlayabilir miyiz? Ne dersiniz?