RADİKAL

Demokrasi ve şeriat

Merve Kavakçı’nın ‘kişisel haklar’ ve ‘demokrasi’ sorunu olarak türban konusunu Meclis’e kadar taşıması, eski ve hiç bitmeyen bir tartışmanın yeniden gündeme gelmesine yol açıyor.

Demokrasi dinle bağdaşabilir mi? Şeriatın egemen olduğu bir devlette demokrasi gelişebilir mi? Demokrasi, kendisini korumak için faşist ve komünist girişimlere karşı çıktığı gibi şeriatçı düşüncelere de karşı çıkmak, bunlara toplumda hayat hakkı tanımamak zorunda mı? Şeriatçıların bugün demokrasiden söz etmeleri, onları iktidara taşıyıncaya kadar kullanacakları bir takiye mi?
Şeriat kuralları tanımı gereği toplumsal hayatın her alanında uygulanması gereken evrensel nitelikte kurallar.
Kuralları koyan da ‘Tanrı’ olduğuna göre, kişiye ve yere göre değişmeyen, her durumda uygulanması gereken kurallar.
Kişisel seçme hakkına, başka hayat biçimlerine böyle bir düzende yer yok.
Nitekim çağımızda yaşanan örnekler de bunu doğruluyor. İran’da, Afganistan’da, Suudi Arabistan’da ve geçiş sürecini tamamlamak üzere olan Pakistan’daki uygulamalar bunu gösteriyor.
Yukarıda saydığım dört ülkede de İslami inanış mezhep farklılıkları ile yaşıyor. Ama dördünün de ortak özelliği, özel hayata ve kişisel seçime yer bırakmaması. Demek ki mezhep farklılıkları, uygulamada değişik sonuçlar elde etmek için bir zemin yaratmıyor. Türkiye’nin sünni olmasının, şii İran’dakine benzer bir yönetim anlayışının doğmamasına karşı bir güvence oluşturacağı düşüncesi, yaşanan hayat karşısında içi boş bir iddia olmaktan öteye geçmiyor.
Devlet, kendi işlevini İslami esaslara göre tanımlayınca eninde sonunda hoşgörüsüz bir tutuma yöneliyor. Lord Acton 1862 yılında, “Ne zaman bir devletin yüce amacı olarak bir tek boyut seçilse, o devletin o süre için ‘mutlak’ devlet haline gelmesi kaçınılmazdır” diyor. (Nakleden: Pierre Trudeau, Yüzyılın Sonu, Editör: Nathan Gardels, İş Bankası Yayınları, Çeviren: Belkıs Çorakçı Dişbudak.)
Lord Acton’un ‘tek boyut’ dediği yere istediğinizi koyun: Milliyet, işçi sınıfı, din… Karşınıza çıkan örnekler Nazi Almanyası, Sovyetler Birliği ve İran olacak.
Kendisini korumak zorunda olan bir demokrasi, devletin işlevini dini, milli ya da sınıfsal temellerde tanımlayan siyasi akımlara hoşgörüyle bakamaz. Yurttaşların tümünün bireysel haklarını korumak için bunlarla mücadele etmek zorundadır.
Öte yandan demokrasi her bireyinin kendi seçimine göre yaşama hakkını da savunmak durumunda.
Sınır kendiliğinden ortaya çıkıyor: Devletin temel niteliklerini değiştirmeye yönelik olmayan kişisel seçimler özgür olmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasa ile tanımlanmış temel nitelikleri bellidir: Laik, demokratik, hukuk devleti.
Şeriat kurallarını tüm toplumun uyacağı bir ‘nizam’ haline getirmek isteyenlere, kamusal alanda izin verilmemesinin en temel nedeni de budur.
İsteyen özel hayatında kendi yaşamını istediği kurallara göre yaşayabilir. İzin verilmeyecek olan bunun devletin tek amacı haline getirilmesine yönelik girişimlerdir ve bir demokrasiyi kendini koruduğu için eleştirmek sanıyorum sadece bizim ülkemizin bazı aydınları için söz konusu.