RADİKAL

Depremde ölmek ‘kader’ değil

Adapazarı’nı 32 yıl önce yıkan deprem tıpkı iki gün önceki deprem gibi TÜPRAŞ’ta yangın başlamasına yol açmıştı.

O zamanki yangının bu kadar büyümemesinin tek sebebi yöneticilerin soğukkanlılığıydı. Alev alan tankere iki üç dakika içinde müdahale edilmiş ve yangın 15 dakika içinde söndürülmüştü.
İki gündür bütün Körfez’i tehdit eden yangının bu boyutlara gelmiş olması acaba rafinerideki yangın söndürme araç ve gereçlerinin yetersizliği miydi?
Rafineriyi bilenler bu soruya ‘hayır’ yanıtını veriyorlar.
Tesiste petrol yangınlarını söndürmekte kullanılan basınçlı sudan köpüğe, su toplarına ve köpük jeneratörlerine kadar her türlü ekipmanın bulunduğu biliniyor. Aynı şekilde, rafineride görev yapan büro personeli dahil herkesin petrol yangınlarına karşı eğitimli oldukları da biliniyor.
Ama buna rağmen ilk etapta müdahale edilmeyip, tesisin ‘tehlike var’ diye boşaltılması, yangının bugünkü boyutlarına ulaşmasına, bütün bir tesisin yok olmasına yol açtı.
Biz Türkler yeri geldiğinde kahramanlık öykülerini kimseye bırakmayan insanlarız. Ama hayatın gerçekleri bunu her zaman doğrulamıyor.
Çernobil’deki nükleer kazanın ardından başlayan yangın söndürülmese nükleer felaket o günkü sınırları içinde kalmayacak, aralarında Orta Avrupa ülkeleri ve Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan gibi komşuların da bulunduğu çok geniş bir alanı sonuçları tahmin edilemeyecek ölçüde etkileyecekti.
Yangının söndürülmesi için reaktörün kalbinin beton bloklarla kapatılması gerekiyordu ve bu işte çalışacak herkesin radyasyon nedeniyle ölecekleri de biliniyordu.
Bugün isimlerini kendi ülkelerinde bile kimsenin hatırlamadığı bir avuç gerçek kahraman göz göre göre ölüme atılmaya çekinmediler. Yanan reaktörü beton bloklarla kapattılar ve sonra köylerine dağılıp kaçınılmaz sonu beklediler. O ekipten hayatta olan kimse yok artık..
Dün rafinerinin alevler içindeki halini gösteren televizyonlara bakarken bu öyküyü hatırladım.
İki gündür depremde yıkılan binaların görüntülerine bakıp etkili bir kurtarma çalışması yapılamıyor olmasından yakınıyoruz.
Kurtarma çalışmaları hâlâ büyük ölçüde bu konuda hiçbir eğitimi olmayan fedakâr insanlar tarafından yürütülüyor.
Adana’yı yıkan depremin ardından 3 Temmuz 1998 tarihinde Radikal’de Murat Gürgen’in bir haberi yayımlanmıştı. Haber TBMM’de altı aydır beklemekte olan bir yasadan söz ediyordu. Yasanın çıkmasının gecikmesi, birinci dereceden deprem tehlikesi altında bulunan bölgelerde sivil savunma birliklerinin oluşturulmasını önlemişti. Böyle eğitimli bir birlik o zaman kurulabilmiş olsaydı Adana depremine altı saat daha erken müdahale etmek mümkün olacak, birçok can kurtarılabilecekti.
Bugün Radikal’de aynı haberi bir kez daha yayımlıyor olmanın acısını ve utancını yaşıyoruz.
Söz konusu yasa Adana felaketi örneğine rağmen bir yıldır TBMM’den geçirilemedi. Uzman sivil savunma birlikleri oluşturulamadığı için; 1997’den beri TBMM’de bulunan yasa çıkarılamadığı için bugün bir hesaba göre 50 bine yakın vatandaşımız hâlâ enkaz altında.
Bütün bunlardan sonra depremde ölmenin ‘kader’ olduğunu kim söyleyebilir?
1998 yılının ocak ayında yasayı hükümete yeni partizanlık kadroları imkânı verecek diye engelleyenler iki gecedir rahat uyuyabiliyorlar mı?