The day after!
Dün televizyonda deprem bölgesinden canlı yayın yapan muhabirlerden biri şöyle diyordu: Beklenmedik bir anda gelen deprem, kurtarma işlerini yapacak kamu görevlilerini hazırlıksız yakaladı!
Durum şaka kaldıracak olsa bilmem kaçıncı kez aynı yerden kırılan fay hattını suçlayabilirdik, niye önceden haber vermedin diye..
Ama içimiz öyle bir acıyla dağlandı ki, bir daha eskisi gibi olabilir miyiz, bütün bu acılar hiç yaşanmamış gibi davranabilir miyiz, gerçekten bilemiyorum.
Ayrıca doğayı bizi bir kez daha ‘beklenmeyen bir deprem’le yakaladı diye nasıl suçlayabiliriz?
Gerçekten beklemiyor muyduk?
Bunları daha önce yaşamamış mıydık?
Önceki gece yarısı yerle bir olan Adapazarı’nda aynı büyük acıyla yakın geçmişimizde iki kere daha karşılaşmamış mıydık?
İzmit’i, Gölcük’ü, Yalova’yı, Adapazarı’nı, İstanbul’u boydan boya kat eden fay hattının oradan geçtiğini bilmiyor muyduk?
Mühendislik hesapları iyi yapılmamış, inşaat sırasında malzemesinden çalınmış binaların bir sarsıntıda yıkılıp, içindekilere mezar olması hangimiz için sürpriz oldu?
Depremin üzerinden saatler geçtiği halde sivil savunma ve kurtarma ekiplerini doğru dürüst organize edememiş olmamız tabiatın suçu muydu?
Yakınlarını kurtarmak için insanüstü bir gayretle çalışan insanlar yanlarında devletin gücünü neden hissedemediler?
Enkaz kaldırmak için kullanabileceğimiz tek aletimiz ellerimiz mi olmalıydı?
Bir vakitler bir atom savaşının ertesi gününü anlatan ‘The Day After’ isimli bir film seyretmiştik.
Dün depremden sonra karşımıza çıkan görüntünün o filmdekinden ne farkı vardı? Çalışmayan telefonlar, yıkılan köprüler, geçit vermeyen yollar, yardım bekleyen çaresiz insanlara ulaşamayan en az onlar kadar çaresiz görevliler…
Dün yıkılan sadece kentler, binalar, kışlalar değildi..
Organizasyon yeteneğimize, felaketlere hazır olma bilincimize ve her başı darda olana yetişecek devlete olan inancımız da yıkıldı.
Dün kendimize olan güvenimiz yıkıldı.