RADİKAL

Dilipak'ın dilinin altındakiler

 İslam’ı siyasal bir ideoloji olarak savunan yazar Abdurrahman Dilipak’ın Fransız Le Figaro gazetesinin pazar ekine verdiği demeç, laiklik konusundaki toplumsal hassasiyetin en yüksek olduğu bugünlerde Türkiye için yeni bir tartışma konusu olacak.

Televizyon programlarında ‘hoşgörü’ ve ‘birbirini anlama’ üzerine görüşlerini dinlediğimiz Dilipak’ın demeci, insana “En hoşgörülüsü buysa, Tanrı bizi hoşgörüsüzlerinden korusun” dedirtecek cümlelerle dolu.

Bugünkü Radikal’de geniş bir çevirisini bulacağınız bu konuşma “İslam’ın siyasi zaferine çok az bir zaman kaldığı” ve “ordunun bu tırmanmayı önlemeye gücünün yetmeyeceği” tezlerinin etrafında dolaşıyor.

Her fırsatta orduyu iç siyasetin bir unsuru gibi algılayanları eleştiren İslamcı bir yazarın aynı düşünceye saplanıp kalması, kaderin kötü bir intikamı olmalı.

Ona burada bir kez daha hatırlatmakta yarar var ki, kurmayı tasarladıkları rejim ile ilgili hesaplarını bozacak güç, ordu filan değil, öncelikle Türk halkının kendisidir.

Türkiye’yi üçüncü sınıf bir Ortadoğu ülkesi konumuna sokmaya heveslenenlerin esas korkmaları gereken şey, askeri bir müdahaleden önce geniş halk kitlelerinin buna izin vermeyeceği gerçeğidir.
Türkiye’yi, Cezayir’den ayıran en önemli fark buradadır. Nitekim, o da bunun farkında olmalı ki bir tür iç savaş çığırtkanlığı yapmaktan çekinmiyor.

Atatürk’ü “bir maymun gibi Avrupa’yı taklit edip, Türkiye’yi laikleştirmekle” suçladıktan sonra Türkiye’deki dini bütün Müslümanları şeriat kurallarının uygulanması için savaşmaya davet ediyor.

Dilipak’ın konuşmasında kullandığı ‘dini bütün Müslümanlar’ tanımlamasına dikkatinizi çekmek istiyorum.

Böylece bugüne kadar Türk halkını ikiye bölmek için kullanılan terminolojiye yeni bir ek daha yapılmış oluyor: Dini bütün Müslümanlar – Günahkâr Müslümanlar!

Ülkede teokratik bir rejim kurmak için savaşanlar dini bütün Müslüman olmayı hak ederlerken, buna karşı çıkanlar ya da en azından böyle bir amaç için savaşmayanlar bu dünyanın ulemaları tarafından bugünden cehenneme yollanıyorlar.

Dilipak’ın böylesine bir ortamda gerginliği daha da arttıracak sözler söylemesinden nasıl bir fayda beklediğini gerçekten merak ediyorum.

Dünkü yazımda ‘şeriat’ kelimesinin günümüzdeki siyasal içeriğinden boşaltılarak sırf kelimenin etimolojik anlamıyla “İslam’ın kuralları” şeklinde kullanılmasının bir demagoji olduğunu, bunun toplumu ikiye bölmek için bir malzeme yapılmak istendiğini anlatmaya çalışmıştım.

Beni arayan bazı okuyucularım yanlış düşündüğümü, İslamcıların dilindeki şeriatın “İslam’ın kuralları” demek olduğunu söylediler.

Dün Cumhurbaşkanı’nın bir okulu açışı sırasında bir imamın ağzından dökülen şu sözlere de dikkatinizi çekmek istiyorum: Allah sizi Kuran ve şeriattan ayırmasın!

Şeriat kelimesi eğer iddia edildiği gibi “İslam’ın kuralları” anlamına kullanılıyorsa cümle böyle kurulmamalıydı. Sadece “Kuran’dan ayırmasın” demek yeterliydi.

Ama demek ki amaç farklı. Demek istiyorlar ki “Şeriata karşı çıkarsan, İslam’dan da çıkarsın!” Onlar da aslında ‘şeriat’ denilince bu kelimeden siyasi sonuçlar çıkarılmasını istiyorlar. Ama şimdilik bunu ifade etmeye çekiniyorlar, hepsi bu.