Yıllar önce Hürgün Gazetesi’nin (Boşuna hafızanızı zorlamayın. Yayın hayatı Türkiye koşullarında sadece 7 hafta süren bir ‘quality paper’ denemesiydi.) pazar ekinin bir bölümünü yapma görevi de bana verilmişti. O sırada aynı ismi taşıyan yayınevinde başka bir görevde bulunuyordum.
Kurthan Fişek ve Tuğrul Şavkay ile birlikte bize ayrılan bölüme kendi aramızda ‘hayatın zevkleri sayfası’ adını takmıştık. O iki sayfada yemek, eğlence hayatı, cinsellik üzerine yazılar yazıyorduk.
Daha doğrusu Kurthan Hoca ile Tuğrul Şavkay yazıyorlar ben de ‘editör’ olarak onların yaptıkları işlere karışıyor, gençliğin de verdiği acımasızlıkla ‘yetkilerimi’ kullanıyordum.
O zamanlar Tuğrul Şavkay bu kadar ünlü değildi elbette. Ama derin kültürü ile yemek zevkini bir araya getirdiği yazılarıyla gelecekte neler olabileceğinin ipuçlarını veriyordu. Kurthan Hoca ise ikimize de ‘katlanıyor’, kendi üslubuyla söylenerek, ‘hayatın zevkleri’ hakkındaki düşüncelerini yazıyordu.
Tuğrul yazdığı yazılardaki yemek tariflerine o zaman da çok özel bir önem verirdi. “Bu yemekler pişmez de insanlar malzemelerini ziyan ederlerse bu yazıları kafamıza atarlar” derdi. Her yazı yazılmadan önce bizim eve gidilir, tarif edilecek yemekler pişirilir, afiyetle yenilir, fotoğrafları bile çekilirdi. Benimse tarifler filan umurumda değildi. Dedim ya o zamanlar gençtim… Tek istediğim Tuğrul’un bu titizliği nedeniyle geciken sayfaların bir an önce bitmesi ve kendi gerçek işime bir an önce dönebilmekti.
0 zaman şöyle bir ‘çözüm’ buldum: Tuğrul’a “Bu yazılardaki yemek tariflerinin amacı insanların yemek pişirmesi değildir” dedim. “Yemek pişirmek isteyen kitap alsın. Bizim amacımız ‘okunacak yemekler’ tarif etmek, pişirilecek yemek değil.”
Ondan sonra bu aramızda hep bir şaka vesilesi oldu. Ne zaman gittiğimiz bir lokantada ağza alınmayacak bir yemek yemek zorunda kalsak böyle derdik: Bu okunacak bir yemek olmuş!
Sevan ve Müjde Nişanyan’ın yazdıkları “Türkiye’nin en güzel küçük otelleri” isimli kitabı (Inter Media Yayınları) okurken aklıma o eski günler geldi.
Nişanyanlar Türkiye’yi çepeçevre dolaşmış ve 25 odanın altında odaya sahip olan otelleri içeren bir rehber hazırlamışlar.
Normal bir insanın eline bir rehber alıp okumasının nasıl bir imaj yaratacağının elbette farkındayım.
Televizyon kullanma kılavuzu okuyan adamın reklamda “faydalı bir eser” demesi gibi bir şey aslına bakarsanız…
Ama bu “rehber” biraz farklı. Hele benim gibi gezi ile işi bir arada yürütmek zorunda olan ve bu yüzden hep birbirine benzer dev otellerde kalan insanlar açısından..
Kitabı okurken aklıma yukardaki eski hikayenin gelmesinin sebebi de bu zaten. Sadece bakılacak değil, okunacak bir rehber yazmış Nişanyanlar.. Kitabın önsözünde “kendi tatillerimizde her zaman standart dışı güzellikleri aradık, kendimizi olağan dışı bir ev sahibinin özel misafiri gibi hissettiğimiz yerlerde daha mutlu olduk. Odamızdaki şahane dolabı nereden bulduğunu veya kime yaptırdığını ona sorabilmek istedik. Kahvaltıda ev yapımı bergamut reçelini, bahçede yıllar boyu harcanmış bir sevgi ve emeğin izlerini aradık” diyorlar. Rehberde yer alan oteller Sevanyanlar gibi ‘özel şeyler’ arayanlar için seçilmiş.
Yaz geliyor artık. Eğer büyük otellerin ve motellerin tek tip eğlence anlayışından artık sıkıldığınızı düşünüyorsanız bu kitaptan bir tane edinin. Tatil yapma imkanınız yoksa yine bu kitaptan bir tane alın. Benim gibi sayfalarına bakar bakar hayal kurarsınız. Bazı şeylerin hayalinin bile cihana değer olduğunu söylememe gerek var mı?