Fazilet Partisi’nde yaşanan gelişmeler ve yanı sıra sürmekte olan kapatma davasının Türk demokrasisinin geleceği açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Bu sadece Anayasamızda ‘siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır’ diye yazıldığı için diye değil. Fazilet’in önemi bunun çok daha ötesinde..
Gasset, ‘Tarihsel Bunalım ve İnsan’ isimli kitabında yer alan bir makalesinde, “Büyük bir halkın yarattığı bütünleşme her şeyden önce değişik etnik ya da siyasal öbeklerin eklemlenmesidir; ama bununla da kalmaz; ulusun bedeni büyüdükçe gereksinimleri karmaşıklaşır, toplumsal işlevleri ve onun sonucu olarak, onları yerine getiren organları farklılaştıran bir hareket başlar. Birlikçi toplum çerçevesinde küçük kapalı evrenler belirir ve giderek genişler..” diye yazıyor.
Gelişme potansiyeli taşıyan canlı bir toplumun içinde oluşan ‘bu küçük evrenlerin’ karşılıklı etkileşiminin o toplumun tarih içindeki yolculuğunu sağlıklı sürdürmesi bakımından kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’de siyaset yapma geleneği kısaca ‘particilik’ dediğimiz bir çerçeve içinde oluştu, gelişti. Bu gelenek içinde duygular, küçük – büyük siyasi ve ekonomik çıkarlar, bizi giderek kendimizden başkasına tahammül edememe noktasına kadar da getirdi.
Geçmişte yaşadığımız darbelerle kendi dışımızdaki siyasi güçlerin ezilmesinden, partilerin kapatılmasından, bazı insanların idama da varan ağır cezalar almasından, futbol takımı taraftarlarının gol anında yaşadığına benzer bir zevk aldık. Deniz Gezmiş ve arkadaşları asılırken de böyle oldu, Adnan Menderes ve arkadaşları yok edilirken de.. TİP’in kapatılmasını alkışlarla karşılayanlar da vardı, Refah’ın kapatılmasından mutluluk duyanlar da..
Biz toplum olarak bunun bize gerçekte büyük bir maliyeti olduğunu kavrayamadık. Bugün bazılarımız Fazilet Partisi’nin kapatılması için çırpınıyorsa bunun en önemli sebebi de bu toplumsal kaybın büyüklüğünün bugüne kadar muhasebesinin yapılmamış olmasındandır.
Gasset, “Bir toplumsal bütünün parçalarının dilek ve düşüncelerinin aynı olması gerekli de değildir, önemli de değildir. Gerekli ve önemli olan, onların her birinin öbürlerinin dilek ve düşüncelerini bilmesi ve bir biçimde birlikte yaşamasıdır. Bu eksik kaldığında söz konusu sınıf ya da meslek grubu bazı ilik hastalıklarına tutulanlar gibi dokunma duyusunu yitirir” diye yazıyor.
Dokunma duygusunu yitirenler kendi dışındakilerin varlığını ve baskısını da duyamaz hale geliyorlar. Bir tek kendi varlıklarına, kendilerinin her şey olduklarına, başlı başına kendileri bir bütün olduklarına inanıyorlar. Gasset, bunun ‘yöresel ayrılıkçılık’tan daha ağır bir toplumsal sorun olduğunu da düşünüyor.
Bugün yaşadığımız ‘laik-islamcı’ çatışmasının temel nedeni de bu. İki kesim de birbirine dokunma ve birbirini hissetme duygusunu yitirdiği için giderek kendi içine kapanıyor ve kendisinin her şey olduğuna, kendi başına Türk toplumunu temsil edebildiğine inanıyor.
Fazilet Partisi’ndeki değişim sancısının, değişim gerçekleşebildiği takdirde böyle bir dokunma duygusunun yeniden yaratılması için yararlı olacağına inanıyorum. Aynı şekilde Fazilet Partisi’nin kapatılmaması, kendi siyasi varlığını koruyabilmesi; temsil ettiği kitlenin kendisini bu toplumun bir parçası olarak hissetmesini de sağlayacak.
Sakallı Celal vaktiyle Türkiye’yi büyük bir gemiye benzetmişti. İçindeki insanların batıya doğru yürüdüğü, doğuya doğru giden bir gemi.. Toplumumuzdaki ‘dokunma duygusunu’ geliştirmeyi başaramazsak korkarım gemiyi yeniden tarif etmemiz gerekecek: Türkiye su geçirmez bölmelerle bölünmüş, nereye gittiğini kimsenin bilmediği bir gemi mi olacak?