Ele geçirildiği andan itibaren soruşturmayı yöneten savcının elinde bulunması gereken ‘delil’ niteliğindeki Hizbullah kasetlerinin elden ele gezmesindeki gariplik Radikal’den başka kimseyi rahatsız etmişe benzemiyor.
Kasetlerin ‘özel galalarda’ hiçbir yetkisi olmayan kişilere gösterilmesine kadar varan bu uygulama karşısında savcılığın nasıl bir tavır takınacağını hâlâ merakla bekliyoruz.
Söz konusu video kasetler Hizbullahçı canilerin kurbanlarını işkenceyle nasıl sorgulayıp, öldürdüklerini gösteriyor.
Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla bu kaseti seyredenler arasında Başbakan, Başbakan Yardımcısı ve hükümetin küçük ortağı olan partinin Genel Başkanı’nın yanı sıra gazeteciler de var.
Soruşturmanın gizliliği prensibinin alenen ihlali o boyutlara varmış ki hükümet ortakları bu kaseti televizyonlara dağıtıp dağıtmamayı bile konuşabilmişler. Kasetlerin televizyonlarda yayınlanmasına karşı çıkan Başbakan Yardımcısı’nın gerekçesi de ilginç: Bunları yayınlarsak halk dinden çıkar.. Belli ki kimsenin aklına hukuk ve şiddet gösterilerinin televizyonlardan yayınlanmasının toplumun bilincinde yaratacağı sarsıntı gelmemiş.
Kasetlerin yayınlanması için bir kampanya yürüten Sabah Gazetesi, bir kamuoyu araştırmasıyla talebinin haklılığını destekliyor.
Araştırmanın sonucu tüyler ürpertici. Halkımızın sadece yüzde 20,3’ü kasetlerin yayınlanmasına karşı. ‘Kaset yayınlansın’ diyenlerin oranı yüzde 55,8. Fikri ve yanıtı olmayanlarla birlikte kasetin yayınlanmasına karşı çıkmayanların oranı yüzde 80’e ulaşıyor. Dikkatinizi tekrar çekmek istiyorum: Söz konusu olan insanların işkenceyle öldürüldüğünü gösteren bir kasettir..
Türklerin tarihlerinin bu döneminde şiddete neden taptıklarını açıklamasa bile, en azından şiddet merakının toplumumuza habis bir ur gibi yayılmakta olduğunun bir göstergesi bu.
Bu bakımdan aslında tartışılması gereken şey kasetlerin yayınlanıp yayınlanmaması değil, Türklerin şiddete neden bu kadar merak duymaya başladıkları olmalıdır.
Bütün dünya televizyon ve sinemadaki şiddet sahnelerinin neredeyse tümüyle yasaklanmasını konuşurken bizim tartıştığımız şey ‘gerçek’ bir işkence ve öldürme olayının televizyonlarımızda yayınlanmasıdır. Bunun, şiddeti yeniden üretmek anlamına geleceği dahi düşünülemiyor.
Ucuz tiraj ve reyting hesaplarıyla şiddete alıştırılan bir toplumun içinde bulunduğu ruh durumu, şiddetin yeniden üretilmesi için bir destek olarak sunuluyor. Yumurta, tavuk öyküsünün gerçek hayat versiyonu..
İşin daha acı olan yönü en ciddi bildiğimiz bazı yazarların da bu kampanyaya destek veriyor olması. Basın özgürlüğünün bu kadar aşağılık bir amaç için gerekçe gösterilmesine de bu vesileyle tanık olmuş bulunuyoruz.
Araştırma sonuçlarında aslında sevinilecek bir yön de var. Toplumumuzun yüzde 20’si, bu kadar yoğun bir şiddet propagandası altında kalmış olmasına rağmen akıl sağlığını koruyabilmiş. Bu kalan son sağlıklı akılların da uçup gitmemesi için Tanrı’ya dua etmekten başka ne yapabiliriz? Artık bunu da konuşmanın zamanıdır..