Fısıltı gazetesine dikkat
Deprem sadece binaları yıkmakla kalmadı, birçoğumuzun ruhunda da sarılması son derece güç yaralar açtı.
Gece yarısı inanılmaz bir gürültü ve sarsıntı ile yataklarından kalkanlar, sabah televizyonlarının karşısına geçince yaşam ile ölümün sınırından nasıl geçtiklerini gördüler. Bu sınıra kadar gelen insanların çok büyük bir bölümünde ciddi bir depresyonla karşılaşıldığı bilinen bir gerçek. Tıpkı intihar etmek üzere bir binanın çatısına çıkmış ama atlarken son dakika da elinden tutulup yukarı çekilmiş bir insanın psikolojisi neyse, depremden kurtulan birçok insanın psikolojisi de o.
Depremin ilk gününden beri hep aynı soruyla karşılaşıyorum: Büyük bir deprem daha olacak mı? Ne zaman olacak? Gazetecilerin her şeyi bildiklerine olan toplumsal kanaatimizin bir yansıması olmalı, bu tür soruların bana ve meslektaşlarıma sorulması.
Oysa o ilk geceden beri televizyonlarda bilim adamları aynı şeyi söylüyorlar, gazeteler de aynı şeyi yazıyorlar. Depremden sonra en çok duyduğumuz iki şeyden birisi devletin yaraları saracak büyüklükte olduğuysa ötekisi de şu: Depremin ne zaman olacağını tahmin etmemizi sağlayacak bir teknoloji ve bilgiye insanlık henüz ulaşamadı. Büyük depremlerin ardından gelen artçı depremler üç-dört ay sürebilir ama bunların büyüklüğü hiçbir zaman ana şok kadar yüksek olamaz. Eğer oturduğunuz evler sağlamsa, artçı şoklardan korkmanıza gerek yoktur, evinize girip rahatça uyuyabilirsiniz.
Ama buna rağmen en küçük bir fısıltı on binlerce insanın yürek çarpıntıları içinde telefonlara sarılmasına, sokaklara fırlamasına yetiyor da artıyor bile..
Yıllardır sesini duymadığım arkadaşlarımın bir gece yarısı telefonuyla yataktan fırlıyorum. Titrek kadın sesleri, panik içindeki erkek sesleri hep aynı şeyi soruyor: Deprem olacakmış, doğru mu?
İnanılmaz bir fısıltı zinciri aynı manasız haberi bir anda Türkiye’nin dört bir köşesine yayabiliyor.
En çok duyduğum da şu: Almanya’daki bir akrabası komşumuzu aramış, CNN altyazıyla üç dakika sonra deprem olacağını geçmiş. Doğru mu?
Bu sorunun o kadar çok yanıtı var ama hangisini verirseniz verin inandırıcı olamıyorsunuz: 1- Depremin ne zaman olacağını kimsenin bilmesine imkân yok. 2- CNN, Türk televizyonları gibi altyazıyla haber vermez. 3- O dediğin 3 dakikalık süre bütün bu telefon konuşmaları sırasında çoktan geçti, deprem olmadığına göre yat uyu.
Ama çoğunluğu kadın olan endişeli insanları bu yanıtlar yatıştırmaya yetmiyor. Körfez’in suyunun ısınıp 45 dereceye çıktığına ilişkin normal bir insanın gülüp geçeceği haberler, bir anda on binlerce insanı sokağa dökebiliyor.
Toplumda ciddi bir depresyon var ve öyle görünüyor ki bu depresyonu kişisel çabalarımızla yenebilmemiz de mümkün olamayacak.
Bu nedenle deprem sonrası ‘rehabilitasyon’ çalışmalarını yalnızca deprem bölgesiyle sınırlı tutmamak gerek. Özellikle depremin sarsıntısını şiddetle hisseden civar illerdeki kamu sağlık kuruluşlarının ciddi bir psikolojik tedavi programı uygulaması gerekiyor.
En büyük sorumluluk da bu işte basına düşüyor. Özellikle bazı küçük radyoların tecrübesiz spikerlerinin halkı endişeye sevk edecek ve aslı astarı olmayan haberlerle ilgili olarak çok dikkatli olmaları gerek. Fısıltı gazetesinin palavralarının yayılmasına sırf merakla sormak maksadıyla da olsa aracılık etmek de aynı derecede büyük bir sorumsuzluk örneği.
Depremin fiziksel yaralarını sarmaya çalışırken, psikolojik yaralarını da unutmayalım.