Dünya topun peşinde küçülüyor
PARİS- Küreselleşme üzerine yazılmış cilt cilt kitap var. Ama sanıyorum hiçbiri 1998 yazındaki Paris’in gözler önüne serdiği açıklıkla anlatamıyor dünyamızın küçük bir köy haline gelmiş olmasını.
Salı gecesi Paris 1998 Dünya Kupası’nın ön açılışını yaptı. Brezilya karnavallarını andıran açılış kutlamalarında sahneye çıkıp şarkı söyleyen bir Türk kızı da vardı. Bir Meksikalı ile evli Gülseren Yıldırım’ın, arkasında Senegalli, Japon, Fransız gençlerinden oluşan bir orkestrayla söylediği Sırpça, Arapça, Ermenice şarkılar ve o şarkılara eşlik eden Brezilyalı, Arjantinli, Alman, İskoç, yetmiş iki milletten dev bir koro… Küreselleşmeyi bundan daha iyi anlatabilecek bir tablo düşünemiyorum.
Her futbol severin kendi ülkesi dışında tuttuğu bir takım mutlaka vardır. Bunu söylerken ‘anlık zevkleri’ kastetmiyorum. Çünkü futbolu seyrederken oynayan iki takımdan birisini tutmuyorsanız seyrettiğiniz şeyden bir zevk alamazsınız. Bu yüzden televizyonda, stadyumda, hatta sokak arasında, arsalarda oynanan maçları bile seyrederken futbolseverler tercihlerini kullanırlar ve iki takımdan birini seçerler.
Benim sözünü ettiğim daha ‘kalıcı’ olan taraftarlık. Hangi etkenin bir futbolseverin hiç tanımadığı, belki de maçını çıplak gözle hiç seyretmediği bir takımı tutmasına yol açtığını bilmek çok zor. Kimi zaman renkler, kimi zaman bir oyuncunun tarzı, kimi zaman siyasi görüşler (evet siyasi görüşler) ikinci, hatta üçüncü bir takımı tutmamıza yol açabiliyor.
Kendimden örnek vermem gerekirse öncelikle Fenerbahçeli olduğum için sarı lacivert forması olan tüm takımları ve bu arada Brezilya Milli Takımı’nı tutuyorum. Franco’nun Real Madrid’ine karşı kahramanca mücadelesi nedeniyle Barcelona’yı, Brezilya’daki demokrasi mücadelesi nedeniyle Dr. Sokrates’in takımı Corientes’i, 1942’de Nazi işgali altında ezilen Kiev’lilerin gururu olmayı ölümleri pahasına başaran Dinamo’yu tutuyorum. Neredeyse her ülkede tuttuğum bir takım var diyebilirim.
Dün Brezilya – İskoçya maçı ile başlayan bu dev turnuva boyunca canınızın sıkılmasını istemiyorsanız kendinize bir takım seçin.
Ben dediğim gibi seçimimi yıllar önce zaten yapmıştım. Brezilya’nın Pele’li, Garincha’lı, Didi’li günleri artık geride kaldı ama hâlâ ayaklarına top en çok yakışan oyuncular Brezilya’dan çıkıyor. Ronaldo bunların başında geliyor.
Önceki gün kuruluşundan bu yana dünya kupalarına katılan gelmiş geçmiş en iyi oyunculardan bir 11 açıklandı. Bu rüya takıma bir göz atmak istersiniz diye düşünüyorum: Lev Yaşin (SSCB), Carlos Alberto (Brezilya), Nilton Santos (Brezilya), Franz Beckenbauer (Almanya), Bobby Moore (İngiltere), Johann Cruyff (Hollanda), Alfredo di Stefano (Arjantin), Michel Platini (Fransa), Garincha (Brezilya), Pele (Brezilya), Maradona (Arjantin).
Bu karmanın açıklanışı sırasında Pele, 1998’e damgasını vuracak oyuncu olarak Ronaldo ve İngiliz Michael Owen’ı gösterdi. Fransız Zidane, Arjantinli Batistuta, İspanyol Raul, Hollandalı Bergkamp, Pele’nin bu turnuvanın önemli oyuncuları olarak gösterdiği isimler oldu. Bakalım Pele haklı çıkacak mı? Gerçekten teknik kapasitesi yüksek bu oyuncular, kazanmaktan başka bir şey düşünmeyen ve bu yüzden görev adamı ‘kazmaları’ tercih eden teknik direktörlerin elinde gerçek oyunlarını gösterebilecekler mi?
Not: Paris’e yolunuz düşer de Gülseren Yıldırım’ı dinlemek isterseniz onu ‘Les Trois Mailletz’ isimli barda gecenin saat ikisinden sonra bulabilirsiniz. O sahneye çıkana kadar da Portekizli Maria Teresa ile Meksikalı Konçita’yı da dinlemenizi öneririm. Biz öyle yaptık ve toprağı bol olsun Comandante Che Guevara’yı da Meksikalı şarkıcının nefis sesiyle bir kez daha yad ettik. Meğerse dünyanın her yanında (Brezilyalı, Arjantinli, Kamerunlu, Hollandalı, İngiliz) bizim yaşlarımızda olup da sosyalizmin bozgununa rağmen kuyruğu dik tutmaya çalışan ne kadar çok insan varmış…