RADİKAL

Geleceğin güzel Türkiye'si için

 İtiraf etmeliyim ki 20 yılı geçen gazetecilik yaşamımda mesleki tatmin duygusunu yaşamamı en çok sağlayan şey, bir yayının ilk sayısını elime almak oldu.

Günler süren çalışmalardan sonra gece yarılarına, hatta bazen sabaha kadar matbaada ustaların telaşlı koşuşturmaları arasında ezilmemeye dikkat ederek uslu uslu beklemenin ne manaya geldiğini ancak yaşayanlar bilir.

İçinizden makinenin ağzına koşmak ve ilk gelen baskıyı kapmak istersiniz, ama makine dairelerinin de kendine özgü kuralları vardır, bunu yapamazsınız.

Baskıyı yöneten usta, baskının temizliğine kanaat getirip size ilk nüshayı uzatana kadar heyecan içinde beklersiniz. Bu arada aklınızdan bin tane soru geçer. Acaba beğenilecek mi? Acaba ne salaklıklar yaptım? Bütün bu çabalara değdi mi?

Bu soruların cevaplarını almak için ertesi günü beklemek gerekir. İlk gün öğlene kadar yapılacak iş de bellidir. Bayiler dolaşılır, gazetenin ya da derginin tezgâhlarda nasıl durduğuna bakılır, satıcılarla konuşulur. Siz oralardayken bir okuyucu gelip de o dergiyi ya da gazeteyi satın alacak olursa koşup onu öpmek gelir içinizden, ama yapamazsınız. Gözucuyla izler, nerelerine baktığını anlamaya çalışır, yüzündeki ifadeden yargısını çıkarmaya çabalarsınız.

Ertesi günden itibaren artık her şey kendine özgü bir rutin izler. İlk sayının verdiği heyecan uçup gider, yerini profesyonelliğin insanı yaptığı işe yabancılaştıran soğuk duygularına bırakır.

Sanıyorum 21 yıllık gazetecilik yaşamımda 30’a yakın dergi ve 5 gazetenin birinci sayılarında adımın ‘Genel Yayın Yönetmeni’ olarak yazılmış olmasında bu heyecanın arayışı vardı. Yoksa amacım ‘Guinness Rekorlar Kitabı’na girmek değildi. Kaldı ki böyle bir amacım olsaydı da bunun bir haber olarak Türk gazetelerinde yayınlanamayacağını da adım gibi biliyordum.

Yeni çıkan her yayın Türk basınında bir dudak bükülüşü ile karşılanır. O yayının kaç gün sonra kapanacağının hesapları yapılır. Komplekssiz birkaç kişi dışında hiçbir meslekdaşınızdan övgü duymazsınız. Patronlara gelince, onlar zaten övgüyü hiç sevmezler. Zam isteyeceğinizi düşünürler de ondan mı görüşlerini söylemezler, bunu bu yaşıma kadar da öğrenebilmiş değilim.

Bugün Radikal’in ikinci yılının ilk sayısını elinizde tutuyorsunuz. Ötekileri çoktan unuttum gitti, ama Radikal için ekip olarak övgüyü hak ettiğimizi düşünüyorum.

Radikal olmasaydı, bugün Türkiye’nin gündemini işgal eden birçok şey olmayacaktı. Sadece Susurluk Olayı’nı işleyiş tarzımız bile bu övgüyü hak ettirecektir diye düşünüyorum.

Susurluk Kazası’nın ilk günü bazı rakiplerimiz ‘Mehmet Özbey sahte kimlikli bir kişi’den bahsederlerken Radikal teşhisini çoktan koymuştu. Olayın dördüncü gününden sonra Susurluk’u manşetinde ve Türkiye’nin gündeminde tutmayı başaran tek gazete de yine Radikal’di. Türk halkının demokratik ve laik bir hukuk devletine olan özlemlerine Radikal’in yaptığı katkının unutulmayacağına, basın tarihinde Radikal’in sırf bu olayla bile özel bir yeri olacağına inanıyorum.

Radikal’in en büyük becerisini ise, bir yılını, daha bugün doldurmuş bir gazeteden beklenmeyecek kadar ‘etkin’ olmayı başarmasında buluyorum.

Gündemi etkileme gücü, takipçiliği, ciddiyeti ve bütün bunlara rağmen sıkıcı bir gazete olmamayı başarmasıyla Radikal daha uzun yıllar Türkiye’nin hizmetinde olacak.

Hatalarımız hiç mi olmadı? Bugün ulaştığımız nokta bizi tatmin ediyor mu? Samimi olmak gerekirse bu sorulara olumlu cevap veremiyorum. Ama belirtmeliyim ki hataları en aza indirmek ve Batılı anlamda gerçek bir referans gazetesi olmak konusundaki kararlılığımız ve hevesimiz sürüyor.

Radikal’in Türkiye’ye yakışan genç bir kadrosu ve dinamik bir yazarlar topluluğu var. Bu kadronun, bu güç işi başarma hevesi beni heyecanlandırıyor. Belki de bu heyecan, arkadaşlarımın, “Yeni bir şey yok mu” şeklindeki imalı sorularına ilk kez, “Hayır yok” cevabı vermemi sağlıyor.

Radikal’i gelecek güzel günlerin Türkiye’si için daha da mükemmelleştirme çabalarımız hiç bitmeyecek. Elbette sizlerin desteği ve eleştirileriyle…