RADİKAL

Gıygıy sevmenin sırrı

Yasemin doğduktan sonra ‘gelişkin bir müzik zevki olsun’ diye evde sadece klasik müzik dinlemeye başladığımı hatırlıyorum.

Bunun nasıl bir sivri zekâlılık olduğunu anlamam için Yasemin’in ‘çocuk yuvasında’ geçirdiği ilk iki gün yetti. Üçüncü günün sabahı yuvaya giderken arabada ‘Mavi mavi masmavi’yi söylemeye başladığını duyunca nasıl bir hatanın içinde olduğum da ortaya çıktı.
Yasemin’in de, her çocuk gibi, büyürken kendi yolunu çizeceğini, kendi özel zevklerini geliştireceğini, normal olanın bu olduğunu anladım. Çocukları içinde yaşadıkları toplumdan soyutlayarak eğitmeye çalışmanın hiçbir işe yaramayacağını da bu küçük olayla öğrendim.
Sonraları bir şeyi daha fark ettim: Bir çocuk müziğin her dalını severek ve hiç bir baskı altında kalmadan isteyerek dinliyorsa, bir süre sonra gerçekten gelişkin bir müzik zevki edinebiliyor.
Öte yandan (bu yazının konusu değil ama) bugün çoğumuzun küçümsediği ‘fantezi müzik’in de ulusal rengimizin bir parçası olduğunu düşünüyorum artık. En ağdalı arabeskten tutun da halk müziğimizi, sanat müziğimizi dinlemeden, onları sevmeyi öğrenmeden büyüyen bir çocukta bazı şeylerin eksik kalacağını da düşünüyorum.
Bu ‘kızım büyürken yaptığım hatalar’ itiraflarının sebebi yine bir kitap. Alexander Waugh’un “Klasik Müzik Dinlemede Yeni Bir Yol” (Aksoy Yayıncılık. Çevirenin neden belirtilmediğini bilemiyorum) isimli kitabı bence ülkemizde önemli bir eksikliği kapatıyor.
Klasik müzik dinlemek bizde genellikle ‘züppelerin işi’ olarak görülür. ‘Gıygıy’ dinleyenlerin aslında bundan zevk almadıkları, eşe dosta hava atmak için anlar ve sever göründükleri düşünülür. Bunda elbette klasik müzik sevenlerin öteki müzik türlerini ve onları dinleyenleri bir bakıma küçümsemelerinin de payı olmalı. Tipik bir ‘Türk durumu’ sizin anlayacağınız. Kimse kimseyi anlamaya çalışmadığı ve önyargılarla nihai hükümlere varılabildiği için klasik müzik sevmek ya da sevmemek sorunu bir ‘sınıf ve ukalalık’ sorunu haline gelebiliyor.
Bence Türkiye’de klasik müziğin geniş kitlelerce sevilmemesinin en önemli sebebi okullarımızdaki müzik eğitiminin anlamsızlığı. Hâlâ öyle mi bilmiyorum. Benim ortaokul ve lise yıllarımda hiçbir müzik aleti çalmasını bilmeyen çocuklara sol anahtarını, solfeji öğrettiler ama bir derste olsun Mozart kimdir, neden büyük bir adamdır, neleri bestelemiş, onu ötekilerden ayıran farklar nedir gibi şeyleri öğretmeye teşebbüs dahi etmediler. Bir tek plak getirip derste çalmadılar. Kemandan çıkan sesi trombonun nasıl tamamladığını, timpaninin insanın içini titreten gümbürtüsünün fagotun hırçın sesiyle nasıl yarıştığını dinletmediler.
Her büyük eserin arkasında bir öykü olduğunu, büyük bestecilerin insanın hayal gücünü zorlayan renkli yaşamlarını, dinlediğimiz bir parçada kullanılan enstrümanların çalınma biçimlerinin ne ifade ettiğini öğrenebilmiş olsaydık eminim bugün çok daha gelişkin bir müzik zevkine sahip olur, dünyanın ve kulağımızın bize sunduğu güzelliklerden daha fazla yararlanabilirdik.
Bu kitap işte bu eksikliği tamamlıyor.
Kitapla birlikte verilen 70 dakikalık bir de CD var. En çok tanınan 40 ünlü eserden seçilmiş, klasik müziğe en yabancı kulağın bile inlemekten hemen zevk alacağı parçalar kitaptaki bilgileri sindirmeyi kolaylaştırıyor.
Bugün cumartesi ve dilerim güneşli bir bahar havası yaşarız. Sabah güneşi evinizi doldururken müzik setinden yükselen bir Debussy ile kahve içmenin keyfini hiçbir şeyde bulamayacağınıza inanıyorum.