Futbol seyircisinin ‘Karpatların Maradonası’ olarak tanıdığı Hagi, Galatasaray’a transfer olduğunda doğrusunu isterseniz bir Fenerbahçeli olarak çok üzülmüştüm.
O tarihte neredeyse tüm Galatasaraylı yazarlar bu transferi ‘Hagi çok yaşlı’ diye eleştirirlerken, Fanatik’te, bu transferin Galatasaray’ı şampiyonluk potasına sokacak bir girişim olduğunu yazmıştım.
İlk devrenin maç sonuçlarına şöyle bir göz atılırsa yazdıklarımda haklı çıktığım kolayca anlaşılabilir. Hagi’ye olan hayranlığımın kökeninde onun futbola kattığı büyük renk var.
Orta saha ve hücum oyuncularının son derece yoğun bir pres altında oynadıkları günümüz futbolunda ilerleyen yaşından kaynaklanan zaafını zekâsıyla kapatmayı kolayca başarabiliyor.
Çoğu zaman koşmasına bile gerek kalmadan, tek bir bilek hareketiyle, defansı terse düşüren milimetrik paslarıyla oyunu etkileyebiliyor. Onu sahada izleyebilmek imkânını bulabilmiş olmanın, bizler gibi futbol hastaları için büyük şans olduğunu düşünüyorum.
Ancak, bugün Hagi’den söz etmemin nedeni onun tanrı vergisi futbol yeteneği değil.
Hagi, dünya futboluna yön veren iki kuruluş, FIFA ve UEFA’ya karşı tüm dünya futbol kamuoyunu ayağa kaldıran bir davanın kahramanı oldu.
Eğer mahkeme Hagi’nin tezini kabul ederse yalnızca Avrupa Topluluğu üyesi ülke futbolcularının yararlanabildikleri serbest dolaşım hakkından, AT üyesi ülkelerde top koşturan ikinci ülke futbolcuları da yararlanacak.
Batı Avrupa’nın ikiyüzlü standartlarına karşı ilk davayı kazanan Hollandalı futbolcu Bossman, futbolcuların da ‘işçi’ olduğunu, AT üyesi ülkelerdeki işgücünün serbest dolaşım hakkından yararlanmaları gerektiğini kanıtlamıştı.
Şimdi Hagi ile bir başka çifte standart uygulaması mahkeme kapısına gelmiş bulunuyor. Bugün özellikle Almanya ve Hollanda’nın birçok takımında futbol oynayan binlerce ‘kinci kuşak’ Türk genci var.
Bu davanın olumlu sonuçlanması özellikle de onların işine yarayacak. Ayrıca Türk kulüp başkanlarının Hagi’nin davasına karşı çıkmalarını da anlamakta güçlük çekiyorum. Türk futbolu böylece son derece geniş bir altyapı imkânını kullanma fırsatını, üstelik de tek kuruş ödemeden yakalayabilecek.
Başsağlığı
Sevgili arkadaşlarım Dürin ve Rifat’ın babaları Dr. Meşhut Ababay’ı bugün toprağa veriyoruz. Hiçbir sözün onların acılarını dindirmeye yetmeyeceğini biliyorum. Lübnanlı yazar Amin Maalouf, Endülüs’teki son Müslümanları anlattığı romanı Afrikalı Leo’da, bir şeyhin ağzından annesini kaybeden roman kahramanına şunları söylüyordu: “Ulu Tanrı’ya şükretmelisin ki arkasından senin ağlamanı sağlayarak onu yüceltti. Senin arkandan onu ağlatsaydı, o sefil olacaktı. 0 nedenle Tanrı’ya sıralı olan herşey için şükredelim.”
Dr. Meşhut Ababay, bir şeyhülislam torunu olarak ilk kez oruç tutamadığı bir Ramazan’ın ilk günü aramızdan ayrıldı. Sevenlerinin başı sağolsun, Allah rahmet eylesin.