Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

 68 kuşağı dünyayı ve Türkiye’yi sarsarken ben lisede öğrenciydim. Yatılı okulun kalabalık ama zaten içine kapanık bir genç insanı daha da yalnızlaştıran ortamında büyüdüm.

O yıllarda da bir insanın kendini yalnız hissetmesini önlemenin en iyi yolu bugün de olduğu gibi bir gruba ait olma duygusuydu. Benim gibi birkaç arkadaşla birlikte ortaokuldan itibaren kendimize bir kimlik arayışı içindeydik.

Bizleri kendisine en çok çeken şey o günlerde güçlenmeye ve varlığını hissettirmeye başlayan sol akımlar oldu. Başlangıçta en son kimin yayınını okuduysak kendimizi o gruba yakın hissediyorduk.
Kimi zaman Aydınlıkça kimi zaman Dev Gençli, kimi zaman TİP’li, kimi zaman Troçkist’tik.

Kendimize özgü bir üniformamız bile vardı: Siyah kadife pantolon, Amerikan pazarından alınma bir Roosvelt, kırmızı t-shirt ve bir asker parkası… Bir arkadaşımızın subay olan ağabeyinin yardımıyla edindiğimiz künyelerimiz boynumuzda şakırdadıkça kendimizi dağlarda savaşan Che’ye daha yakın hisseder, büyük sosyalist devrim için öldüğümüzde arkamızdan hangi kızların ağlayacağını, isimlerimizin hangi caddeye verileceğini merak ederdik.

0 zamana kadar aynı yatakhaneyi paylaştığımız, aynı masada yemek yediğimiz, etüt saatlerinde birlikte çalıştığımız bazı arkadaşlarımız da benzer nedenlerle kendilerine ülkücülüğü ya da akıncılığı seçmişlerdi. Onlarla artık eskisi kadar samimi olamıyorduk. Hatta zaman zaman itiş kakışa varan tartışmalar bile yaşanıyordu aramızda.

Taha Akyol’un “Hayat Yolunda – Gençler İçin Anılar ve Öneriler” (Milliyet Yayınları) isimli son çıkan kitabını hafta sonunda okurken o günler geldi hatırıma. Daha sonra 12 Eylül öncesinin kanlı ortamında hayatlarını kaybeden Serdar’ı, Naim’i, Hakan’ı andım. Gençliklerinin ilk yıllarında hapise düşen, öğretimlerini tamamlayamayan ve yaşam rüzgârının önünde oradan buraya savrulan öteki arkadaşları.. Bir kuşağın nasıl olup da bir yok oluşa doğru hızla sürüklendiğini, bunu yaparken nasıl da. başının dik olduğunu, kaybettiği şeyin ne olduğunun farkına varamadan geçip giden yılları…

Kitabı karmaşık duygular içinde bir solukta “‘ okudum. Duygularım asla bir pişmanlık olarak açıklanamaz. Ama yitirilen arkadaşların, kaybolup giden hayatların ardından büyük bir memnuniyetle baktığım; “yapılan her şey doğruydu” diye düşündüğümü de söyleyemeyeceğim.

Taha Akyol son kitabında ideolojik kavgaların elinde esir olan, ölmeye ve öldürmeye şartlanan gençlerin psikolojilerini anlatıyor. İster solcu, ister ülkücü, ister şeriatçı olsun her genç insanın bu kitabı okumasında gerçekten büyük yarar var.

Taha Akyol aynı acılı dönemi siyasi kutuplaşmanın sağ kanadında yaşamış bir insan. Ama anlattıklarıyla benim ve arkadaşlarımın yaşadıkları arasında o kadar büyük benzerlikler var ki, insan “acaba hepimiz büyük bir oyunun parçası olan kuklalar mıydık” diye düşünmeden edemiyor.

Bugünün politize gençlerinin bu kitabı bir burun büküşüyle okuyacaklarından, “dönekliğe övgü” olarak niteleyeceklerinden eminim. Çünkü onları kendi büyük hedeflerinde birer küçük alet gibi gören ve kullanmak isteyenler onlara bunun böyle olduğunu söyleyecekler.

Bu kitabın hiç olmazsa tek bir genci, hayatını kurtarmasını sağlayacak şeye yöneltmesini; yani kendisi ve “davası” üzerine düşündürtmesini diliyorum.