Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Hırsızlara bir tavsiye

Son gelişmeler de ortaya koyuyor ki Türkiye’de yapılabilecek en iyi ‘iş’, insanın kendi bankasını soyması.

Yapılan iş hırsızlık olmasına hırsızlık ama bir kere dışardan öyle görünmüyor. Dışardan öyle görünmediği gibi yasalar önünde de adi hırsızla sahibi olduğu bankayı soyan hırsız arasında ciddi bir ayrım var. Sanki ikinci suçu işlemek daha iyi gibi…

Adi hırsızlıktan yakalanırsanız defterinizi hemen dürüyorlar. Hatta karakolda sıkı bir sopa yeme ihtimaliniz de var. Polis hakkınızdaki dosyayı hazırlayınca savcılığa sevkediyor, tutuklanıyor, yargılanıyor ve mahkûm ediliyorsunuz.
Oysa kendi bankanızı soyarken suçüstü yakalansanız bile böyle bir tehlike yok.

Bir kere kimse sizi karakola çekip ifadenizi alamıyor. Savcının yüzünü hemen görmeniz, tutuklanmanız ve kolayca yargılanmanız mümkün değil.
Önce murakıpların yaptığınız soygunu banka kayıtlarında yapacakları çok uzun incelemeler sonucu tespit edebilmeleri gerek. Onlar tespit ettikleri ‘hırsızlıkları’ bir rapor haline getirip Banka Kambiyo Genel Müdürlüğü’ne veriyorlar. Genel Müdürlük bu raporları okumak, değerlendirmek durumunda. Eğer Genel Müdürlük de murakıpla aynı kanıdaysa raporunuzu bir üst yazıyla Hazine Müsteşarı’na, o da paraf ettikten sonra sorumlu Devlet Bakanlığı’na gönderiyor.

İş elbette burada bitmiyor. Devlet Bakanı sonuç olarak siyasi bir kişilik ve ortada bir bankanın sahibi ile ilgili ciddi bir iddia var. Bu banka sahibinin siyasal bağlantıları, ilişkileri var. Konunun kaçınılmaz olarak gayriresmi de olsa bir hükümet meselesi haline dönüşmesi ve en azından Başbakan’ın zımni onayının alınması da gerek.

Yeni kanunla bu süreç biraz daha kısalıyor. Bu kez bakan yerine yetkili olan makam Bankacılık Üst Kurulu.

Takdir edersiniz ki bütün bu süreç öyle birkaç haftada tamamlanmıyor. Aylar, çoğu zaman da yıllar alıyor ve hırsızımız rahat koltuğunda oturur, yatları ve özel uçaklarıyla gezerken bir yandan da bankasını soymaya devam ediyor.

Diyelim ki bütün bu süreç tamamlandı ve bankaya el konuldu. Hırsızımızın çaldığı paraları hemen ertesi günden itibaren biz vergi mükellefleri, mevduat sahiplerine ödemeye başlarken hukuki süreç de öte yandan tamamlanmaya çalışılıyor. Egebank örneğinde de gördüğümüz gibi bankaya el konulması ile malvarlıklarına tedbir alınması arasında bazen bir haftaya varan süreler geçiyor. Bu arada hırsızımızın ne kadar malı başkalarının üzerine devrettiğini, ne kadarını yurtdışına kaçırdığını hiçbir zaman öğrenemiyoruz.

Hırsızlığı kendisine meslek olarak seçmek isteyenleri bir kez daha durup düşünmeye davet ediyorum. Birleşip bir banka sahibi olmanın bir yolunu bulabilirlerse, ne karakolda dayak var, ne de savcının hâkimin karşısında tirtir titremek..

Bir soru daha
Dün yazmıştım, hatırlayacaksınız, Egebank’ın devri sırasında banka kaynaklarının hortumlandığına ilişkin Hazine’nin suç duyurusu Şişli Cumhuriyet Savcılığı’nda tereddütlere yol açmıştı. O tarihlerde değişen kanun, yetkili makamın Bankacılık Üst Kurulu olduğunu vazediyordu. Savcılık da bir yazı yazarak o tarihte henüz kurulmamış bulunan kurula dava açmak için izni olup olmadığını soruyordu. Sorulardan biri de konuyla ilgili olarak “Eski kanun mu uygulanacak, yoksa yeni kanun mu uygulanacak” sorusuydu. 4389 No’lu yeni kanunun geçici 1c maddesi kurul faaliyete geçinceye kadar (kanundaki tarih 1 Eylül 2000) eski kanun hükümlerine göre işlem yapılacağını belirtiyor. Acaba savcılık o tarihte bu maddeyi neden göremedi de söz konusu yazıları yazmak zorunda kaldı? İnsan ister istemez merak ediyor…