İlk günden beri depremin yol açtığı yıkımların giderilmesi için doğru dürüst bir mücadele programı ortaya koyamayan hükümet, sonunda çok bilinen ve Türkiye’de sık sık uygulanan bir yönteme başvurmaya karar verdi.
Bunu hepimizin anlayacağı bir dile çevirecek olursak, ‘kümesteki tavuklar bir kez daha yolunacaklar.’
Deprem sonrası faaliyetlerin gönüllü yardımlarla değil zorunlu vergilerle finanse edilmesi anlayışı aynı zamanda hükümetin piyasadan, ekonominin temel kurallarından ne kadar habersiz olduğunu da ortaya koyuyor.
Daha birkaç hafta önce ‘ekonomide kilitlenmeye yol açıyor’ gerekçesiyle vergi reformunu rafa kaldıran hükümet, şimdi ekonominin geleceği açısından çok daha tehlikeli bir işe soyunuyor.
Salınan yeni vergiler her şeyden önce temel bir adaletsizliği içinde barındırıyor. Buna göre trilyonlar kazanan Rahmi Koç da, milyarlar kazanan Mehmet Y. Yılmaz da, memur Leyla Hanım da, işsiz Arif Bey de sırf ceplerimizde birer telefon var diye aynı vergiyi vereceğiz. Bu arada peşin ödemeli kart kullanan cep telefonu sahipleri hiç vergi ödemeyecekler, bu da ayrı bir eşitsizlik konusu.
Sonuç olarak alınacak bütün vergiler üretilen mal ve hizmetlerin fiyatlarına, faizlere eklenerek enflasyon olarak bize geri dönecek. Sattıkları işgücüne zam yapma olanağı olmayan ücretli ve maaşlılar bu enflasyonla öteki kesimlerin vergilerini de üstlenmiş olacak.
Deprem yaralarının sarılması için halkına güvenmeyen bir hükümet ile karşı karşıyayız.
O zaman sormak gerek: Peki biz hükümete neden güvenelim?
Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin, halktan topladıkları paralara nasıl davrandıkları hepimizin malumu. Zorunlu tasarruf kesintilerinin, SSK fonlarının, öteki vergilerimizin başına ne geldiyse bu vergilerin de başına o gelecek.
Depremin ilk gününden beri özellikle parasal yardımda bulunmak isteyenlerden aynı istek yükseliyor. Bir işadamının yardım çekini Cumhurbaşkanı’na verirken ‘Bu paranın yerinde harcanacağını ümit ediyoruz’ deme ihtiyacını duyması tesadüf değil.
Halk, toplanan paraların doğru yerlere harcanacağından emin değil. Deprem bölgesinin yeniden imarının yeni bir ‘partili müteahhitler şebekesi’ yaratmasından, hatta toplanan paranın çok başka yerlere harcanmasından kuşku duyuluyor.
Nitekim devlet bankalarında değerlendirileceği söylenen yardım ve vergilerin nasıl bir faiz üzerinden nemalandırılacağı bile belli değil. Hatta 20 güne yakın bir süre GSM operatörlerinin elinde kalacak yaklaşık 300 trilyon liranın 20 günlük faizinin nasıl hesaplanacağı da..
Hükümetin hiç değilse bu kuşkuları ortadan kaldıracak ciddi bir icraat programını önce TBMM’ye onaylatması, arkasından da halkın gözü önünde uygulaması gerekiyor.
Bütün kampanyalar ve vergilerle ne kadar paranın toplandığı, ne kadarının nereye harcanacağı ve harcandığı hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şeffaflıkta açıklanmalıdır.
Bu çerçevede yürütülecek faaliyetler basının, sivil toplum kuruluşlarının ve halkın denetimine açık olmalı, bilgiler ‘memurun konuşması yasak’ kuralının arkasına saklanmamalıdır.
Türk halkı ne yazık ki bugüne kadarki uygulamalar yüzünden hükümetlerine para emanet edemeyen bir halk haline getirildi.
Deprem fonlarının kullanılması sırasında başlatılacak şeffaflık uygulaması, ileriki yıllarda tüm kamu maliyesini kapsayacak şekilde genişletilebilir; böylece bir musibetin bin nasihattan daha yararlı olacağını söyleyen atasözündeki öngörü de gerçekleşebilir.
Önümüzdeki dönemin kilit kavramı ‘şeffaflık’ olacaktır.
