Başlığı fotoğraf olan yazı
Aşağıdaki fotoğraf İstanbul’da çekildi, ama kimsenin hakkını yememek gerek, Türkiye’nin herhangi bir yerinde de çekilmiş olabilirdi. Fotoğraftaki ‘tripleks villalar’, yanmış ya da kesilmiş bir orman alanına yapılmış ve son yıllarda Türkiye’yi saran bir çılgınlığı gösteriyor.
Biz çocukken apartmanda oturmak modası vardı. Onun için bahçeli evini satan ya da kat karşılığı verenler soluğu bir apartman dairesinde alırlardı.
Bugün devasa apartmanların yer aldığı Antalya’daki Konyaaltı Caddesi ben ilkokuldayken geniş bahçeler içine yapılmış gerçek villalarla doluydu. Şanslı çocuklardık, bahçesinde her tür meyve ağacının bulunduğu evlerde büyüdük.
Sonra, apartman hastalığı Türkiye’nin her yerini habis bir ur gibi sardı. Türk mimari tarihinin utanç abideleri olan kişiliksiz, hepsi birbirine benzeyen apartmanlar Türk tipi kentli yaşamın mekânı oldu. Toplumsal yaşamımız, ulusal ekonomimizin dikilişe geçen çizgisine paralel olarak dikey mekânlara aktarıldı.
Yazının başında da belirttiğim gibi şimdi ‘tripleks villalar’ modası var.
Türkiye’nin en verimli tarım alanları, ormandan tırtıklanan araziler ve denize nazır dağ başları birbiri üstüne yığılmış ‘villalarla’ doluyor.
‘Villa’ kelimesini özellikle tırnak içinde yazdığımı dikkatli okuyucular fark etmiştir.
Böyle yazıyorum çünkü sözlüklerin ‘bahçe
içinde gösterişli ve müstakil ev’ olarak tanımladıkları villa ile bu mimari garipliklerin hiçbir benzerliği yok.
Bunlar bırakın müstakil olmayı adeta birbirinin içine geçmiş evcikler. Arsaya daha fazla ev sığdırmak için bahçeleri de zaten yok.
Gözünüzü kısıp da baktığınızda gördüğünüz şey, bir zamanlar apartman diye dikilen zevksizliklerin, bu kez daha genişçe bir arsaya yatırılmış halinden ibaret.
Ben buna ‘apartmanların sürüngenleşmiş hali’ diyorum. Tıpkı bir sürüngen gibiler: Yıvış yıvış, tiksindirici, soğuk ve acımasız.
Tarihimizin bu döneminde, böyle mekânlarda oturmak için yanıp tutuştuğumuza göre sürüngenlik de giderek karakterimiz haline mi geliyor acaba?