Son günlerde kendimi yine radyolara verdim. Ne zaman Türk siyasetinin insanın içini sıkan rutinine kendimi kaptırsam böyle yapıyorum.
Baykal dedi ki, Demirel yapacak ki, Çiller belirtti ki, Yılmaz açıkladı ki, Ecevit buyurdu ki, şeklinde uzayıp giden haberlerden daha manasız bir şey arıyorum ve kendimi Türkçe yayın yapan radyoların özellikle hanım ‘dicey’lerinin programlarına atıyorum.
Bu radyocu hanımların büyük bölümüne göre hayat yaşanması son derece kolay bir şey.
Sevgilinizden mi ayrıldınız? Sevgiliniz mi sizi terk etti? Bu yüzden üzgün müsünüz? Hiç dert etmeyin. Bu genç hanımlarda her şeyin bir reçetesi var.
İlk yapacağınız şey ‘hayata gülerek bakmak’. Bu onların lisanında hiçbir şeyi ciddiye almamak anlamına geliyor. Terk edildinizse üzülmeyeceksiniz. İlk aklınıza gelen ‘Oh ne iyi kurtuldum ondan, hemen bir yenisini bulayım’ olacak. Hatta önünüzde uzun bir talipliler kuyruğu olduğunu hayal edip ‘sonraki!’ (eğer Tansu Hanım gibi İngilizce düşünenlerdenseniz ‘next!’) diye bağıracaksınız.
Hayatın her türlü darbesine karşı dik duracaksınız. Size ne kötülük yaparlarsa yapsınlar insanlara ‘seni seviyorum’ diyeceksiniz. Bazı durumlarda ‘seni seviyorum’un küfür versiyonunu söylemeniz gerekse bile aldırmayacaksınız. Onların kimbilir hangi dertler çektiğini düşünüp onlar için üzüleceksiniz.
Yürüdüğünüz yolların taş toprak değil, pembe bulutlardan oluştuğunu hayal edeceksiniz. Çiçek koklayacaksınız, böceklerin uçuşunu seyredeceksiniz, kuş cıvıltılarında dertlerinizi unutacaksınız.
İşin ilginç yanı bu öğütleri veren hanımların hiç birinin yaşının 25’ten yukarı olmaması. Elbette radyo DJ’ liğinin yeni bir meslek olduğunu ben de biliyorum. O yüzden yaşlarının çok küçük olması normal.
Anormal olan bu öğütleri verebilecek kadar kendilerini yetkin hisseden bu genç hanımların bu kadar ‘hayat tecrübesini’ hangi zaman süresinde elde etmiş oldukları. Öyle şeyler söylüyorlar ki ben bu 40 yaşımın durmuş oturmuşluğuna rağmen onlar kadar soğukkanlı olamıyorum.
Bu yazdıklarım için bana kızacaklarını biliyorum. Ama benim bütün bu eleştirilerime rağmen bana ‘sevgi’ ile dolu düşüncelerle yaklaşacaklarına da eminim.
Bugün ben de onlar gibi olmaya çalışacağım. Bakalım onlar gibi olsaydım Ankara’nın sıcağında takım elbiseler ve kravatlar içinde o Köşk senin bu parti merkezi benim koşuşturup duran zevata neler önerebilirdim:
Necmettin Erbakan’a: Neden kendinizi bu kadar sıkıyorsunuz. Hayat güzel, yaşam eğlenceli. Şöyle çoluk çocuk kırlara gitseniz ve piknik yapsanız ne iyi olurdu.
Tansu Çiller’e: İlahi Tansu Hanım. Yeniden başbakan olacaksınız da ne olacak? Hiçbir şey sizden daha kıymetli değil. Bırakın biraz da Mesut Bey otursun o koltukta.
Mesut Yılmaz’a: İnsan isterse neler yapmaz. Yeter ki isteyin. İsterseniz hayat size taze bir başlangıç sunacaktır.
Bülent Ecevit’e: Kendiniz için iyi bir şey yapın ve bugün tatile çıkın. Bırakın geride kalanlar bildikleri gibi yapsınlar.
Deniz Baykal’a: Bugün geri kalan hayatınızın ilk günüdür. Her şeye sıfırdan başlayabilirsiniz.
Süleyman Demirel’e: Bütün çocuklar aynıdır. Onları yaramazlıkları ile sevin. Sevgiyle düzeltilemeyecek yaramazlık yoktur.
Ve burada ismini anamadığım diğer muhterem zevata: Kendinize iyi bakın!