İki fotoğraf, bir adam
Bir okuyucum dün yolladığı e-postada soruyor: Türküdeki Muş (Huş) ile ‘makam’ arasında ne fark vardır? Yanıtı kendisi veriyor: Muş’a giden gelmez, ‘makam’a gelen gitmez..
Dün Hürriyet’te yayımlanan bir eski fotoğrafa bakıyorum. Fotoğraf 31 Temmuz 1975’te çekilmiş. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) Helsinki’deki kuruluş toplantısı sırasında.. En solda o tarihte başbakan olan Süleyman Demirel var. Hemen yanında SSCB’yi temsil eden Leonid Brejnev oturuyor. Onun da yanında Yugoslavya Devlet Başkanı Mareşal Tito.
O gün çekilen ‘AGİT aile fotoğrafı’nda bugün isimlerini dahi hatırlamakta zorluk çektiğimiz, Türkiye nüfusunun yarısının ise bebek olduğu için hiç hatırlamayacakları devlet başkanları ve başbakanlar var. ABD Başkanı Gerald Ford, Alman şansölyesi Helmut Schmidt, Demokratik Almanya Devlet Başkanı Eric Honecker, İngiltere Başbakanı Harold Wilson, Romanya Cumhurbaşkanı Çavuşesku, Bulgaristan Cumhurbaşkanı Todor Jivkov, Yunanistan Cumhurbaşkanı Konstantin Karamanlis, Finlandiya Cumhurbaşkanı Kekonen, Kıbrıs Rum lideri Makarios…
İçlerinde bugün hayatta olanların kaç kişi olduğunu bir yana bırakın o gün AGİT’te temsil edilen birçok devletin bile yerinde yeller esiyor.
Dün İstanbul’da başlayan AGİT toplantısında 24 yıl önceki o toplantıyı hatırlayabilecek durumda olan bir tek kişi var.
O kişi dün çekilen ‘AGİT aile fotoğrafı’nda da vardı: Süleyman Demirel.. Bütün dünyanın göz ucuyla ne yapacağını takip ettiği ABD Başkanı Clinton 24 yıl önceki toplantı başlarken üniversiteyi yeni bitirmiş, iş bulup bulamayacağını bilmeyen genç bir adamdı..
Allah sağlıklı, uzun ömürler versin, Süleyman Demirel’in bu her iki tarihi zirveye de Türkiye adına katılmış olması, Avrupa ve dünya tarihine yön verilirken orada hazır olması küçümsenecek bir şey değil.
Türkiye’nin başında 37 yıllık siyasi yaşamını geride bırakmış, 75 yaşına gelmiş bir ‘tecrübe abidesi’ bulunmasında elbette sevineceğimiz yönler de var, üzüleceğimiz yönler olduğu kadar…
Ama bu tablo aynı zamanda Türkiye’nin siyaset düzeninin de bir özeti. Bu yüzden aslında bakınca hep beraber oturup ağlamamızı gerektiren bir tablonun karşısındayız.
Defalarca askeri müdahalelerle kesintiye uğratılan, en az iki siyasetçi kuşağını siyaset yapamaz hale getiren askeri darbelere maruz kalan bir siyasi yaşam… Yeni liderler yetiştiremiyor olmamızda eminim bunun da rolü var.
Parti içi demokrasinin olmadığı, muhaliflerin siyaset yapamaz hale getirildikleri, bir kere seçileni kral mertebesine çıkaran siyaset düzeni..
Nüfusunun yarısından çoğu 25 yaşın altında olan bir ülkede cumhurbaşkanı ile başbakanın yaşlarının toplamının bir buçuk yüzyılı buluyor olmasındaki çelişkinin temel nedeni bu siyaset yapma düzeni..
Politikayı Ankara’da yapılan bir tür kayıkçı kavgası düzeyine indirgeyen, halkın katılamadığı, sesini duyuramadığı, farklı görüşlerin kendini ifade etme hakkına sahip olmadığı bir düzen..
Buna bakıp da Türkiye’nin geleceğini düşündüğünüzde ne hissediyorsunuz?