Beşer yıldan oluşan iki dönem üst üste cumhurbaşkanı seçilebilmeye olanak sağlayan Anayasa değişikliği, Süleyman Demirel’in görev süresinin uzatılmasının ilk adımı.
Koalisyon ortakları bu konuda fikir birliğine vardıklarını daha önce açıklamışlardı. Ancak ANAP’ın bu konudaki gönülsüzlüğünün ortaya çıkması küçük bir kriz yaşamamıza yol açtı.
Bu kriz vesilesiyle bir kez daha gördük ki, Türkiye’nin krizden kurtulma geleneği, üzerinde anlaşmazlık bulunan konuda tartışarak bir ortak görüş oluşturmaya çalışmaktan oluşmuyor. Bunun yerine çok değişik çıkarları birbiri üzerine koyarak yeni bir çıkar çerçevesi yaratmak tercih ediliyor.
Bu elbette Türkiye şartlarında birincisine göre çok daha kestirme bir yol. Ortaya konulan ‘çözüm paketi’ içinde herkes kendi çıkarının nerede olduğuna bakıyor ve bu çıkarlarla beklentiler çakışıyorsa sorun çözülüyor. Sorunun çözümü taraflardan biri için ‘hayati’ sayılıyorsa dışarda kalanlara yaratılacak çıkar alanının çerçevesinin genişletilmesi de kaçınılmaz oluyor.
Bunun en temel nedeni Ankara’daki siyaset yapma alışkanlığının esasen politik ilkelerden kaynaklanmıyor olması. Böyle olduğu içindir ki siyasi partilerden birine sunulacak bir yeni çıkar, partinin daha önce karşı çıktığı bir başka öneriye kolaylıkla evet oyu vermesini sağlayabiliyor.
Siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıracak Anayasa değişikliğine elbette karşı değilim. Bu zaten çok daha önce yapılması gereken bir işti. Ama şimdi çok daha önce yapılması gereken ‘doğru’ bir iş bir pazarlık konusu haline getiriliyor. Sormak gerek: Bu değişiklik için neden bugüne kadar herhangi bir girişimde bulunulmadı? FP, 5 artı 5’e ve iki kere seçilmeye baştan ‘evet’ deseydi bu konu gündeme gelecek miydi, gelmeyecek miydi? Aynı şekilde FP’ye de sormak gerek: 5 artı 5 ve iki kere seçilmeye olanak tanıyan değişikliğe neden karşıydınız, parti kapatmayı zorlaştıran değişiklik olmasaydı karşı çıkmaya devam edecek miydiniz?
Bir an için kabul edelim ki parti kapatmanın zorlaştırılması ve cumhurbaşkanı seçimi rejimin temel konularından biridir ve aynı paket içinde yer almasında bu bakımdan bir mantık hatası ve pazarlık hesabı yoktur. Peki o zaman milletvekili maaşlarının bu paketin içinde ne işi var? Kendi özlük hakları söz konusu olduğunda parti farklarını ve siyaseti bir kenara bırakmayı başaran milletvekilleri bu değişiklik ile cumhurbaşkanı seçimi ve parti kapatmanın zorlaştırılmasının aynı paket içine konmasını bir ‘rüşvet’ olarak görüyorlar mı, görmüyorlar mı? Bunu nasıl içlerine sindirebilecekler?
Ortaya çıkıyor ki bu Meclis’te hiç kimsenin siyasi bir ilkesi yok. Duruma ve yaratılan çıkarların boyutuna göre fikirler değişebiliyor, hatta insanlar fikirlerini değiştirmeseler bile sırf kendilerine sunulan bu yeni çıkarı tepmemek için ilkelerine ters konularda olumlu oy kullanabiliyorlar..
Bunun ciddi bir ‘ahlak’ sorununa işaret ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim.