RADİKAL

İstanbul'da olimpiyat yapmak

İstanbul’un 2000 Olimpiyat Oyunları’nı düzenlemeye talip olduğu süreçte çok küçük de olsa bir rolüm olmuştu.

O tarihte Hürriyet’te çalışıyordum ve gazetemin hazırlık çalışmaları için sponsor olmasını sağlamıştım. Daha sonra Olimpiyat Oyunları’nın Sydney’de düzenlenmesine karar verilen IOC toplantısı için Nice’e de gitmiştim. Sonuç hepimiz için hayal kırıklığıydı.
Dün yıllardır içimde taşıdığım bu hayal kırıklığından kurtuldum. Hatta IOC’nin ne kadar isabetli bir karar vermiş olduğunu düşünüyorum artık.
Perşembe günü İstanbul’da seyir zevki açısından en önde gelen spor dallarından biriyle ilgili bir Avrupa Şampiyonası başladı. ‘İstanpool 99’ adını taşıyan su sporları şampiyonası Avrupa’nın en gözde 993 sporcusunu bir araya getiriyor. Su sporlarının her dalında birbirinden zevkli yarışmalar yapılıyor. Bir sanat gösterisi değerindeki ritmik yüzmeden tutun da seyredenlerin nefesini kesecek kadar heyecanlı atlama müsabakalarına kadar her şey var.
Türk basını belki de tarihinde ilk defa üç gündür birinci sayfalarından bu spor olayını okuyucularına duyuruyor. Televizyonlar da onlardan geri kalmıyor. Nefis görüntülerle desteklenen şampiyona haberleri her kanalda yayımlanıyor.
Sonuç şu: Bu yazının yazıldığı ana kadar satılan bilet sayısı sadece 2270 (yazıyla: iki bin iki yüz yetmiş). Buna açılış törenini izleyenler de dahil.
2000 yılında düzenlenecek Sydney Olimpiyat Oyunları’nın 312 bin bileti, satışa çıktığı ilk altı hafta içinde tükendi. En çok bilet satılan spor dallarından ikincisi ‘yüzme’.. Toplam bilet satışı
350 milyon Avustralya Doları’nı geçti. Sevilla’da önümüzdeki ay yapılacak Atletizm Şampiyonası’nın biletleri de tükeneli neredeyse altı ay oldu.
Olimpiyat yarışma olduğu kadar seyirci de demek. Seyircinin olmadığı bir spor karşılaşmasının gerçek bir yarışmaya dönüşmesi neredeyse mümkün değil. Bu yüzden İstanbul’da bir olimpiyat düzenlemek de ham hayalden öteye bir şey değil. Çünkü bizim seyircimiz sporu değil, sporcuların karılarına ve birbirlerinin annelerine sövmeyi seviyor.
Çünkü Türkiye bir ‘spor’ ülkesi değil. Olimpizm ruhu ile tuzruhunu ayırt edemeyecek kadar zavallı bir toplumuz. Sporun kişiliği geliştirici, insanları sevmeyi ve saymayı öğretici yönünün farkında bile değiliz. Biz sadece ‘sahaya ineriz, ananızı….’ kısmıyla ilgiliyiz.
Hayatımızın her alanına hâkim olan lumpenlik, köylülük burada da paçalarımızdan akıyor.
İstanbul’da bir olimpiyat düzenlemek için gerekli olan her şeyi yapabiliriz: Stadyumları, sporcu köylerini, suni gölleri, havuzları, pistleri… Ama biz ne yazık ki spor seyircisi olamıyoruz.
Bu tabloya bakınca Aziz Nesin’in bir hikayesindeki gibi ‘naa alırsınız’ demek geliyor içimden.. ‘Naa alırsınız olimpiyatı’…