Kosova’da görev yapan gazetecilerin geçtikleri fotoğraflarda genellikle benzer görüntüler var. Büyük bir sevinçle karşılanan KFOR adıyla anılan NATO birlikleri, köylerine geri dönmeye çalışan Kosovalıların oluşturdukları konvoylar, sokaklarda mutluluk içinde dans eden insanlar, faşist Sırpların kaçarken yaktıkları köyler, toplu mezarlar…
Arada tek tük de olsa bir başka acının doğuşuna tanıklık ediyor gazetecilerin çektikleri fotoğraflar: Bir kamyonun arkasına taşıyabileceği her şeyini (birkaç yatak, bir iki tencere, üç beş giysi) yüklemiş insanlar… Bir kağnının peşinde yollara düşmüş siyah giysili yaşlı kadınlar… Olan biteni anlayamadıkları yüzlerinden okunan çocuklar, yine çocuklar…
Bu kez bilinmez bir geleceğe doğru yürüyenler Kosovalı Sırplar. Doğup büyüdükleri toprakları belki bir daha hiçbir zaman göremeyecekler. İki ay önce komşularının yaşadığı acılara seyirci kalan, hatta belki de komşularının göçüne sevinen çaresiz, zavallı insanlar.
Faşizmin Kosova’da yol açtığı kıyım şimdi tersine dönmüş sanki. Dünyanın dikkati iki ay önce yurtlarından zorla çıkarılan insanların geri dönüşünde olduğu için kimse onların durumunun farkında bile değil.
Bir acının giderilmesi, bir başka acının doğmasına yol açıyor.
Bu tablo Sırp, Hırvat, Boşnak, Arnavut milliyetçiliğinin eski Yugoslavya topraklarında sebep olduğu yıkımın bir sonucu. ‘Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı’nın bir safsataya ve acımasız etnik arındırmaya dönüşünün fotoğrafı bu.
Dünyaya hep tek gözlükle bakmaya alıştığımız için benzeri görüntülerin daha önce de olduğunu hiçbir zaman fark edemedik. Hırvatistan’dan, Bosna-Hersek’ten sürülen Sırpların da insan olduklarını, o insanların da aşırı milliyetçiliğin kurbanı olduklarını hiç konuşamadık.
Ama artık bunun da zamanı geldi.
Şu sorunun yanıtını eski Yugoslavya’da bulmak son derece güç. Self determinasyondan söz ederken ‘self’ sözcüğünü kimin açısından tanımlayacağız: Hırvatlar açısından mı? Hırvatistan’da yaşayan Sırplar açısından mı? Kosova’daki Arnavutlar mı self determinasyon hakkına sahip, Türkler ve Sırplar mı?
Soruyu genişletmek ve SSCB’nin dağılmasından sonra Avrupa’da ortaya çıkan tüm cumhuriyetlerde yaşayan azınlıklar açısından da tekrarlamak mümkün. Self determinasyon hakkını kimin açısından tarif edeceğiz? Romanya’daki Moldovlar açısından mı, Bulgaristan’daki Türkler açısından mı, Litvanya’daki Ruslar, Ukrayna’daki Tatarlar açısından mı?
Avrupa haritasının yeniden çizilmesine kadar bizi götürecek bir dizi soru. Dünya bu gerilimi taşımaya, bunun getireceği yeni göçlerle başetmeye hazır mı?
Galiba bütün mesele yine demokraside düğümleniyor. Irkların birbirlerini ezmelerine fırsat tanımayan, herkesin özgür ve eşit vatandaşlar olarak yönetime katılabileceği, kendi öz varlığını ve kültürünü rahatça koruyup geliştirebileceği yeni bir dünya düzeni… Varolan sınırları tartışmayan, etnik grupların kendini ifade hakkını garanti altına alan yeni bir demokrasi.
İnsanlık demokrasiyi etnik meselelerin üzerine çıkarmayı başaramadığı sürece böyle acıları daha çok yaşayacak.